65 KUŞAĞININ ÖZLEMLERİ

Doğaya özlemini ne güzel dile getirmiş büyük üstat Cahit Külebi;

“Şimdi tarlalarda güneş vardır

Karlar donmuştur otların üzerinde

Artık akşamları dinlenemem başım avuçlarımda”

Özlem bir küsür aydır evden dışarı adım atamayan benim de içinde olduğum 65 kuşağının özlemlerine bir bakalım. Bir zamanlar 68’ler kuşağı vardı. Bu kuşağın özelliği siyasi ve sol eğilimli olmalarıydı. Beyinlerinde kendilerine göre bir düzen fikri vardı. Doğruları oldu, yanlışları oldu. Yazımızın konu başlığı bu değil. Şimdilerde yeni bir kuşak doğdu; Bizim konu başlığımız da onlar. “65’ler kuşağı”

Bu kuşağın siyasi bir yanı yok. 65’ler, siyasi eylemleri olmamasına rağmen hürriyetleri kısıtlanan bir kuşak. Onlara KORONA tehdidi altındaki kuşak diyebiliriz. İleri yıllarda bu kuşaktan çok bahsedilecek. Zorunlu olarak eve kapatılmaları, kendi sağlıkları için zaptı rapt altına alınmaları.

Korono için ileri yıllarda çok filmler yapılacak. Hollywood’da senaryolar yazılmaya başlanmıştır bile. Sanırım Türkiye’de, Yeşilçam’da da, 65 kuşağının ev hapsi günlerini anlatan filmler de çekilecektir. Onların özlemlerini yansıtan, sıkıntılarını anlatan. Bu kuşağın sözcüsü olmak adına, 65 yaşında olan ben de özlemlerle ilgili bir şeyler yazmak istedim.

Hürriyetin anlamı

Özledik dostlar; öncelikle güneşi, rüzgârın esintisini özledik. Deniz kenarında oturup dalgaların sesini, yunusların geçişini, kefallerin küçük balıklara saldırısı, martıların gürültüsünü özledik. Bahar geldi her taraf yeşillendi. Çiçekleri özledik, böcekleri özledik. Bizi arada sokmalarına rağmen arıların vızıltısını özledik. İnanın karasinekleri bile özledik. Yeşillikler üzerinde çimler üzerinde oturmayı özledik. Şöyle bütçemizin yettiğince ormandan uzak bir kırsalda mangal yapmayı özledik. Çapariyi atıp istavritin suyla vedalaşmasını görmeyi özledik. Özlemlerimiz o kadar çok ki!

Yemek, kahvaltı bahanesiyle bir masada toplanıp, dost sohbetlerini özledik. Dostlarla hasret gidermeyi kucaklaşmayı, sarılmayı özledik. Hatta: Milliyetçi dostlarla arada buluşup kafa tokuşturmayı özledik. Döneri, lahmacunu, kebabı, şiş kebabı, kuzu şişi özledik. Aile olarak arada güzel mekânlarda yaptığımız, sabah kahvaltılarını özledik. Kırları özledik, kiraz çiçeklerini, kayısı, şeftali çiçeklerini onların kokusunu özledik.

Güller açıyor, mavi renkli zambaklar şimdiden kokularını salmaya başladılar bile. Onları da özledik. Dertlerimiz büyük… Evlerimizde mahpusuz. Biliyoruz bu bizim iyiliğimiz için ancak cezaevi günleri de çok zormuş be gönül dostları! İnsan içeride kaldıkça, en çok, HÜRRİYETİ özlüyor. Özgürlüğün tadının ne anlama geldiğini anlıyor ve bu korona illeti bitsin, bir an önce sayılı günler geçsin istiyor.

Özlemlerimiz bu kadar mı? Değil tabii… Yazlığı olanlar yazlığını, denizini özledi. Denizin iyot ve tuzunu, yakamozunu özledi. Gece gezmelerini, dostları ziyaret edip iki kelam etmeyi özledik. Çıkamıyoruz, gidemiyoruz, gelemiyoruz. Lanet olsun sana KORONA illeti. Seni üretene de buralara kadar ulaştırana da, bulaştırana da. Lanet olsun. Ben de özledim. Doğduğum yer Çanta köyündeki dostlarımı özledim. Yaz dostlarımı özledim. Levo’mu, Himmet Başkanı, Yoldaş Zafer’i, Kadim dostum komşum yiğit komutan Basri Albayı. Çok konuşan Trakyalı Meto’yu ve kapı komşularım Devrim Baba ile Sevimli savcımız Şaban Beyi özledim.

Türk Milliyetçisi kadim prof dostlarım, Orhan Hocamı, Erşan Hocamı, hastanede büyük riske rağmen şifa dağıtan Baki Hocamı, arada konuşmamıza rağmen özledim. Kırk yıllık can dostum Ahmet Yabuloğlu’nu da özlediğimizi de söylemezsek ayıp ederiz hani!

Neyse dostlar… Sayılı günler çabuk geçer derler. Ancak çileli günler bitse de sanırım, çilemiz bitmeyecek, uzmanların yorumları, bu korona illetinin öyle kolay kolay yakamızdan düşmeyeceği yönünde. Bu illetle yaşamaya alışmamız gerekecek ta ki ilacı ve aşısı bulunana kadar. Hedefin ilk sırasında biz 65’ler kuşağı olduğumuza göre, bundan sonra maskeli beşler türünde, içeride de dışarıda da dikkatli olacağız. Olacağız ki canımızdan olmayalım.