Abdurrahman Bin Ebu Bekir (r.a)..

Bütün derinliği ve genişliğiyle Arap seciyesini yansıtan bir şahsiyet...

Babası ilk müslümanlardan. 

Henüz kimse iman etmemişken Resu'lullah'a gönülden bağlanan, hicret esnasında saklandıkları mağarada Allah'ın kendisinden "İkinin ikincisi" diye söz ettiği "Sıddik" ünvanı ile meşhur Ebu Bekir (r.a.) olmasına rağmen kendisi hala kavminin dinine ve putlarına sımsıkı bağlı, bu inançta sağlam bir kaya gibi sabit duruyor...

Bedir savaşında müşrik ordusunun saflarında...

Uhud savaşında yine öyle... 

Hem de müslümanlar ile savaşmak üzere toplanan okçuların komutanı olarak...

İki ordu kıran kırana bir savaşa girmeden önce, 

adet olduğu üzere iki tarafın yiğitleri teke tek düelloya çıkarlar...

Abdurrahman, kendisiyle dövüşecek birisini isteyerek meydan okur müslümanlara...

Babası Ebu Bekir es-Sıddik, 

onunla dövüşmek üzere ileriye doğru atılır... 

Fakat Resulullah onu tutar, bir babanın, 

oğlu ile kılıç kılıca düello etmesine izin vermez.

Abdurrahman'ın, babasına tam bir saygısı, 

onun aklının yüceliğine, ruhunun ve ahlakının büyüklüğüne tam bir güveni vardı. 

Böylece o, inancının ve akidesinin bir gereği olarak, Kureyş'in ilahlarını savunmaya ve onların bayrakları altında, ölümden hiç korkmayan mü'minlere karşı savaşmaya devam etti.

Fakat böyle asil ve güçlü bir kimseye hakikat eninde sonunda aydınlanacaktı...

Ve bir gün kaderin saati, Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman için yeni bir doğumu müjdelemek üzere çaldı...

Evet, nihayet ruhuna hidayet güneşi doğmuş, 

onda cahiliyyenin miras bıraktığı karanlık ve sahtelik adına ne varsa hepsini silip süpürmüştü... 

Nihayet o, etrafındaki varlık ve eşyadan münezzeh, 

bir ve tek olan Allah'ın varlığını hissetti. 

Ruhuna ve gönlüne Allah'ın hidayeti yerleşmişti artık... 

İşte o bir müslümandı artık...

Hak dine girmek üzere derhal Resulullah'a gitti.

Oğlunun Resulullah'a biat ettiğini gören Ebu Bekir, seviniyordu.

Bu iman, Allah'ın hidayet ve tevfikinin ona bahşetmiş olduğu gerçek ve dürüst bir inançtan ibaretti.

Nitekim Abdurrahman, gerek Hz. Peygamber'in zamanında, gerekse halifeleri döneminde hiçbir meşru savaştan geri kalmamıştır.

Yemame gününde onun büyük bir kahramanlığı vardır. 

O gün Müseylime ve mürted ordusuna karşı savaşın kazanılmasında bu kahramanlığın büyük bir rolü olmuştur... 

Çünkü Müseylime'nin akıl hocalığını yapan ve ayrıca kuvvetleriyle mürted ordusunun sığındığı kalenin en önemli yerlerini koruyan Muhakkim b. Tufeyl'i cehenneme yollayan o olmuştu. 

Muhakkim, Abdurrahman'ın vuruşuyla yere yıkılınca etrafındakiler dağılmış, böylece surda bir delik açılmıştı.

Herhangi bir arzu veya korku bu özellikleri ondan uzaklaştıramadı. 

Muaviye'nin kılıç zoruyla Yezid için biat aldığı o günde bile... 

Nitekim o gün Muaviye, Medine'deki valisi Mervan'a biat mektubu yazmış ve onu camide müslümanlara okumasını emretmişti.

Mervan emredileni yapmıştı. 

Mektubun okunması biter bitmez, Abdurrahman b. Ebu Bekir ayağa kalktı. 

Camidekilere hakim olmaya başlayan korku ve endişeyi, kulak verilecek bir delil ve açık bir direnişe çevirecek olan şu sözleri söyledi;

"Allah'a yemin olsun ki, siz Muhammed ümmeti için hayır murad etmiyor; 

ancak bu ümmeti Bizanslılara benzetmek istiyorsunuz. 

Nasıl ki bir Bizans kralı ölünce onun oğlu kral oluyorsa, bizde de öyle olsun istiyorsunuz..."

Abdurrahman o anda, Muaviye'nin bu emri uygulanıp da İslam'da şuraya dayalı yönetim şekli terk edilerek onun yerine babadan oğula geçen veya tesadüfe, kaba güce dayanan Kisralık veya Kayserlik getirilince İslam'ın başına gelebilecek bütün tehlikeleri görmüştü adeta!..

Abdurrahman, bu acımasız ve sert sözleri Mervan'ın yüzüne karşı haykırınca, başlarında Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Amr'ın da bulunduğu bir grup da onu destekledi.

Fakat daha sonra Muaviye'nin kılıç zoruyla, 

kesin olarak almaya karar verdiği bu biat karşısında onları susmaya mecbur eden yeni şartlar meydana geldi. 

Ama Abdurrahman bu biatın geçersiz olduğunu açıkça söylemeye devam etti. 

Neticede Muaviye ona bir adamıyla yüz bin dirhem para gönderdi. 

Güya bununla onun gönlünü almak istiyordu. "Sıddik'in oğlu", paraları bir tarafa fırlatarak, Muaviye'nin elçisine şöyle çıkıştı;

"Git ona de ki, Abdurrahman dünyası için dinini satmıyor."

Daha sonra Muaviye'nin Medine'ye gelmekte olduğunu haber alınca, hemen orayı terkedip Mekke'ye gitti.

Mekke'nin tepelerine varır varmaz ruhunu Allah'a teslim etti... 

Ve insanlar onu Mekke'nin en yüce tepesinde omuzlarında taşıdılar. 

Buralar onun öz vatanı idi.