İLK defa Eskişehir’de şaşkına dönmüştüm. İnsanlar gece gündüz çalışıyordu. Ancak aldıkları ücret asgari ücretin yarısı kadardı. ‘Bu insanlar nasıl geçiniyor?’ diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Bir gün ayakkabı almak için eşimle birlikte ünlü bir markanın mağazasına girdik. Etiketlere bakıyorduk. Asgari ücretin üç katına ulaşan rakamlarda ayakkabılar vardı camekanlarda. Eşimle birbirimize baktık, ‘Biz başka bir Türkiye’de mi yaşıyoruz?’ Diye soran bakışlarla. Terk ettik orayı, hem de hızla. Allah korusun bir yakalanırsak diye ürkmüştük.
Aradan 14 yıl geçmiş. Dün Medeniyet Üniversitesi’nde değerli bir ilim adamımız Profesör Ahmet Cihan beyle buluşacaktık. Cihan hoca bir nehir söyleşi yaparak onu görsel malzeme haline getirmekle meşgul. Buluşma öncesinde üniversitenin hemen karşısındaki bir AVM’ye girdim. Yine etiketlere bakmaya başladım. Bir ayakkabı. Her zamanki fiyatı 1250 TL imiş. İndirim yapmışlar. Şimdi 300 TL’ye veriyorlar müşterilerine. Başka etiketlere de baktım. Giysiler 4 bin 500 TL’den 2 bin 300TL’ye indirilmişti. ‘Ne kadar bonkör, verici, ikramcı esnafımız var’ diye iyimser düşünmeye çabalasam da aklım ve ahlakım buna izin vermedi.
Devlet demetleme demektir
Yerel seçimlere giderken mutfak yanıyor ama insanların başka ihtiyaç maddelerinin fiyatları da mutfak yangınından aşağı değil. İktidar çevik ve uygulamacı tavrıyla tanzim satış çadır ve araçlarıyla mutfak yangınını söndürmeye çaba harcıyor. Halkın da beğenisini kazandı bu hareket. İktidardaki siyasetçiler bir seçim daha temin edecekler gibi görülüyor. Gel gelelim çözüm uzakta. İki temel sebep var çözümü uzaklaştıran. Birisi üretim, istihsal yok. Üretmeden, imal etmeden, istihsal etmeden mutfak yangını söndürülemez. İkinci mesele sadece mutfak ve gıda maddeleri değil. Hayatın tüm icap edenleri ticaret adamının insafına teslim olmuş. Esnafa sormak gerek. Ama hangi merci soracak belli değil. Devlet denetleme demektir. Bizde ise denetleme kağıt üzerinden yapılmış olmak için yapılıyor. Şu indirim etiketini yazan esnaftan başlayarak biz soralım. Sen bu ayakkabını bu fiyatla sattığında para kazanıyorsun. Peki daha önce 950 lira fazlaya niye sattın? O, 950 lira helal olabilir mi? Evine, eşine, çocuklarına vazgeçebildiğin 950 lirayı daha önce götürüp yedirdin. Hiç mi Allah korkun yok, hiç mi ahiret inancın yok, ödül ve ceza seni hiç ilgilendirmiyor mu? İnsan bu ise, dini öne çıkaran siyasetçilerin 25 yılda, ya da 17 yılda insanları getirdiği manevi durum bu ise; çok büyük bir manevi yangın içindeyiz demektir.
Milli Ticaret Kanunu
Mutfak yangınının alevleri yükselirken, depolarda tutulması gereken patates-soğana baskın düzenleyen yönetim organları, giyim kuşam, sağlık malzemeleri ve daha başka ticareti yapılan şeylerin de kaça alınıp satıldığını izleyecek kurum ve kuruluşlar geliştirmeli. Daha önemlisini söylersek herkesin canı sıkılır. On binlerce hukukçu var bugün. Çoğu da İslam dedin mi yeri göğü inletiyor. İtalyan Ticaret Kanunu çerçevesinden çıkmak, kendi milletimizin hakikatlerine uygun bir Türk Ticaret Kanunu metni yazmak neden kimsenin aklına gelmiyor? Neden gelmediğini biz söyleyebiliriz. Çünki herkes tembel, aceleci ve hazır lopçu. Oturup bir Ticaret Kanunu yazmak zor iş. Siyasi getirisi de yok gibi algılanıyor. İşte bu yüzden Müslüman sıfatına sıkı sıkıya sarılırken, sıkça yaşamadığımız dini anlatarak, şekil ve kelime dağarcığımızı dinileştirerek, ama dünya kapitalistlerinin yaşadığı her hal yaşamaya devam ediliyor. İşte bu yüzden hayatımızın her alanında haramlarla, haksızlıklarla, adaletsizliklerle, zulümlerle, ahlaksızlıklarla, yalanlarla iç içe yaşamayı sürdürmeye mahkumuz.