Bedevinin duası...!

Hz. Peygamber bir gün bir bedevi arab'ın, namazında şöyle dua ettiğini duydular:

"Ey gözlerin göremediği, şek ve şüphelerin karışmadığı hiç kimsenin vasıflandıramadığı, hadiseler karşısında değişmeyen, neticelerden korkmayan; dağların ağırlıklarını, denizlerdeki suyun miktarını, yağmur damlalarıyla ağaçlardaki yaprakların ve güneşin üzerinde doğduğu herşeyin sayısını bilen; hiç bir göğün bir başka göğü, yerin de başka bir yeri kendisinden gizleyemediği, denizlerin diplerindekini ve dağların en sarp yerlerindeki şeyleri gören Allah'ım! "Ömrümün en hayırlı kısmını son kısmı kıl! Amellerimin ve günlerimin de en hayırlısını yine en sonuncuları kıl!" Yâ men lâ terâhu'l-uyûnu, velâ tuhâlituhu'z-Zunûnu, velâ yasıfuhu'l-vâsıfûne, velâ tuğayyiruhu'l-havâdisü, velâ yahşa'd-devâir, ya'lemü mesâkîle'l-cibâli, ve mekâyîle'l-bihâri, ve adede kıtari'l-emtâri, ve adede verakı'l-eşcâri, ve adede mâ azleme aleyhi'leylü ve eşraka aleyhi'n-nehâru, velâ tuvârî minhu semâun semââ, velâ ardun ardâ, velâ bahrun ma fî ka'rihi, velâ cebelün mâ fî va'rihi. İc'al hayra umurî ahirahû, ve hayra amelî havâtîmehû, ve hayre eyyâmî yevme elkâke fih)".

Bunun üzerine Hz. Peygamber,(S.A.V)göçebe bedeviyi kendisine getirmesi için oraya birisini bıraktılar. O kişi namazını bitiren göçebeyi Hz. Peygamber'in yanına getirdi. Hz. Peygamber bu göçebe bedeviye, o sıralarda kendisine hediye edilmiş olan bir miktar altını vererek

"Ey bedevi! Sen hangi kabiledensin?" diye sordular. Onun

"Âmir b. Sa'saa oğulları kabilesindenim" demesi üzerine de

"Bu altınları sana niçin verdiğimi biliyor musun?" dediler. Bedevi şöyle cevap verdi:

"Ey Allah'ın Rasûlü! Aramızda bulunan akrabalıktan dolayı vermiş olmalısınız!". O zaman Hz. Peygamber(S.A.V)

Akrabalık hakkı da varsa da ben bu altınları sana Allah'ı güzel bir şekilde övdüğünden dolayı verdim buyurdular.

Âişe vâlidemiz şöyle anlatiyor: Hz. Peygamber' in şöyle dua ettiklerini duydum:

"Ey Allah'ım! Senden temiz, bereketli, güzel ve katında en sevimli olan isminle istiyorum. O öyle bir isimdir ki kendisiyle çağrıldığında icabet edersin. Onunla istenildiğinde verirsin, merhamet talep edildiğinde merhamet eden, sıkıntıdan kurtulmak isteyenleri kurtarırsın.

"Allâhümme innî es'elüke bismike't-tâhiri't-tayyibi'l-mübâreki'l-ehabbi ileyke, ellezî izâ duîte bihî ecebte, ve izâ süilte bihî a'tayte, ve ize's-türhimte bihî rahimte, ve ize's-tüfricte bihî ferrecte)".

Hz. Âişe vâlidemiz şöyle anlatiyor:

Hz. Peygamber bir gün bana

"Ey Âişe! Sen, Allah Teâlâ'nın bana, kendisiyle dua edildiğinde kabul edileceği ve istenilenlerin verileceği ism-i a'zamı öğrettiğini biliyor musun?" buyurdular. Bunun üzerine

"Anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Rasûlü, bunu bana da öğretir misiniz?" dedim. Hz. Peygamber

"Ey Âişe! Bu senin için uygun degildir!" buyurdular.

Böylece onun yanından ayrıldım. Ancak bir saat kadar sonra yine gelerek mübarek başlarını öptüm ve

"Ey Allah'ın Rasûlü! Ne olursunuz bana da öğretin!" diye yalvardım.

"Hayır ey Âişe! Onu sana öğretmem doğru olmaz. Çünkü onunla herhangi bir dünyalık isteyebilirsin!", buyurdular. O zaman kalkıp abdest aldım ve iki rekat namaz kılarak "Allâhümme ed'ûk'allah, ve ed'ûke'r-Rahmân, ve ed'ûke'l-Berri'r Rahim ve ed'ûke biesmâike'l-hüsnâ külliha mâ alimtü minha vemâ lem a'lemü en fağfir lî ve terhamnî "Ey Allah'ım! Senden Allah, Rahman, Berr ve Rahîm isimlerinle, bilmediğim ve bildiğim tüm güzel isimlerinle beni bağışlamanı ve bana merhamet etmeni istiyorum" diye dua ettim. Bunları işiten Hz. Peygamber gülümseyerek "Ey Âişe! Ism-i a'zam işte bu söyledigin kelimelerin arasindadir" buyurdular.