BEŞİKTAŞLI YAHYA EFENDİ HAZRETLERİ

İstanbul'da bulunan büyük velilerdendir. 

Adı Yahya, mahlası Beşiktaşî'dir. 

Aslen Amasyalı olup, Şamlı Ömer Efendi'nin oğludur. 1494 yılında Trabzon'da doğdu1569 yılında İs­tanbul'da vefat etti. 

Kabri, Beşiktaş ile Ortaköy arasında yaptırdığı ve ken­di adıyla anılan caminin yanında olup, ziyaret edilmektedir. 

Babası Şamlı Ömer Efendi, uzun süre Trabzon'da kadılık yaptı. Yahya Efendi o sırada orada dünyaya geldi. Kanunî Süleyman da o yıl aynı haftada Trabzon'da doğdu. Kanunî ile sütkardeşi oldular. Kanunî dünyaya geldiğinde, annesi Ayşe Hafsa Sultan'ın sütü kesilmişti. 

Bunun üzerine Kanunî'yi Yahya Efendi'nin annesi emzirdi. İlk tahsilini Trabzon'da iken babasından, İstanbul'a geldikten sonra da Zembilli Ali Efendi'den devam edip ilmini tamamladı. 

Daha sonra müderris olup muhtelif medreselerde ders okuttu. 

1555 yılında müderrislikten emekli oldu. İbadet için inzivaya çekildi. 

Bir müddet sonra insanlara karışıp, onların dertleriyle hemdert oldu. 

Yahya Efendi'nin manevî yükselişi üveysilik yoluyladır. Dil ve gönül ehli idi. 

Şiir kabiliyeti çok yüksekti. Kanunî Sultan Süleyman Han tahta çıkınca ona çok ilgi gösterdi. 

Her hu­susta hatırını saydı ve bir dediğini iki etmedi. Sohbet meclisi çok geniş olurdu. Her sınıftan insanlar sohbetine katılır, ondan faydalanırlar ve teselli bulurlardı. Müslümanlar kadar gayr-i müslimlerle de ilgilenir, onlara yardımcı olurdu. 

Bir defasında bir rahip yolunu kesmiş, di­rilerinden başka ölülerinden bile haraç alındığını, bundan bîzar olduklarını an­latınca, durumu çok acı bir mektupla Kanunî'ye bildirmiş ve yapılan haksızlı­ğın önüne geçilmesini temin etmiştir. 

Yahya Efendi'nin sevdiklerinden Baba Tarak şöyle anlatır: 

"Balıkçılıkla geçiniyordum. Bir seher vakti Yahya Efendi'nin dergâhına vardım. Beni görür görmez: "Gel, teknen ile beni denizde bir gezdiriver. Allahü Teala'nın kudretini düşünelim. Deryayı bir güzel seyredelim"' dedi. 

Ben de: "Baş üstüne Efendim!" dedim. Hemen birlikte gidip kayığa bindik. 

Kıyı­dan biraz ayrılınca gönlümü bir üzüntü kapladı. 

Çünkü hanım bana o gece fa­kirlikten yakınıp: "Evin ihtiyacını karşılamıyorsun. Bak kızın yetişti. 

Çeyizi bile yok. Sen ise durmadan Yahya Efendi'ye gidersin. O da böylece seni işten alıkoymakta­dır. 

Kuru kuruya gezmek hangi akıl kârıdır?" demişti. 

Kayıkta hanımının söylediği bu sözleri hatırlamıştır. Bundan daha önce kimseye bir şey de söylemedim. Birden Yahya Efendi Hazretleri bana: "Evladım, balık tutmak için yanında ağın var mı?" diye sordu. 

Ben de: "Efendim! Denizde balık olmadıktan sonra ağ olmuş neye yarar?" dedim. Yahya Efendi yine: "Balık yok diye üzülme. 

Yüce Allah senin rızkını ihsan ediverir. Ağı ba­na ver. Sana Yüce Allah'ın kudretini göstereceğim" buyurdu. Yahya Efendi bu sözü söyler söylemez denizin yüzü balıkla doldu. Artık her attığı ağı dolu dolu çekip kayığa boşaltıyordu. 

Sonra yine bana dönüp: "Evladım! Şimdi beni kenara bırak. Sen de balıkları satmaya bak. Bu ba­lıklar ne kadar para ederse, onunla kızına babalık yap, çeyizlerini al. Böylece hanımının istedikleri de yerine gelsin" buyurdu. 

O zaman ben hayretler içinde kaldım. Kerametiyle daha önce olanları anlamış ve bir daha kerametini göster­mişti. 

Ayrılırken gördüklerimi kimseye söylemememi sıkı sıkıya tembih etti. Ben de hayatı boyunca bu sırrını sakladım." Yahya Efendi Hazretleri'nin torunu Aziz İbrahim Efendi anlatıyor: "Dedemin yanında oturmuştum. Bir beyit okudu:

Nasibin var ise gelir Yemen'den

Ne Yemen'den, Hind'den de gelir, Hind'den de, dedi.

Sözünü tamamladığında kapı çalındı. 

Bana: "Kapıyı çalan kimdir, bir bak!" buyurdu. Ben de gidip kapıyı açtım. Ka­pıda Hindli birisi duruyordu. Ona: "Kimsin ve ne istiyorsun? Çaldığın bu kapıdan istediğin nedir?" dedim. Sonra geri dönüp dedeme: "Dedeciğim, birisi sizinle kapıda görüşmek istiyor" diye haber verdim. O da bana: "Onu içeriye davet et, sohbet etmek istiyoruz" dedi. 

Derhal gidip kapıyı açtım ve ona: "Dedem sizi istiyor" dedim. O zat eşyası ile birlikte içeriye girdi. Selam verdi ve dedemin elini öptü. Koynundan bir mektup çıkarıp verdi. Sonra da: "Ben senin için tâ Hindistan'dan geldim. 

Sizi sevenler bizi bilir. Bu hedi­yeleri size gönderdiler" dedi. Dedem tebessüm edip, o zatı misafir etti ve bir müddet sonra geri gönderdi. 

Yahya Efendi Hazretleri 1569 yılında bir kurban bayramı gecesi Hakk'ın rahmetine kavuştu. 

Vefatında seksen yaşına yakındı. Cenaze namazı bayram namazını müteakip kılındı. 

Namazını Şeyhülislam Ebus Suud Efendi kıldırdı. Daha sonra da şimdiki türbesine defnedildi. 

Cenazesine İstanbul'da bulunan her sınıf ve inançtaki insanlar katıldılar. Yahya Efendi Hazretleri’nin iki oğlu olup, her ikisi de babaları gibi ilim, irfan sahibi idiler. Vefat ettiklerinde aynı türbede defnolundular. 

Şiirlerini Müderris mahlası ile yazardı. Şiirlerinden bir kısmını içeren tertip edilmiş bir Divan'ı vardır.

Yüce Allah sırrını mukaddes ve mübarek kılsın.