Bu gidişin sonu hüsran

BİR zamanlar Türkiye kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydi.Şimdi ise dünyanın bütün ülkelerinden tarım ürünü ithal ediyoruz. Edebiyatımızın ustası; öykü, roman, deneme, anı, günce, fıkra yazarı ve çevirmen Oktay Akbal’ın 1946’da yazdığı ve o devri anlatan kitabının adı ‘Önce Ekmekler Bozuldu’ idi. Şimdi savaş yok ama bu durumu izah edecek bir babayiğit de çıkmıyor. Kolayı ayranın, ABD’li firmaların ürünlerini; köftemizin, pidemizin, açmamızın, katmerimizin, gözlememizin yerine koydular... Kurbanlarımızı bile başka ülkelerden ithal eder hale geldik. ‘Küreselleşme’ adı altında kapıları ardına kadar açtıklarından tüm yabancı ürünler milli değerlerimizin yerini aldı. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık’ın ortaya koyduğu tablo faciadan da beter ve ‘Nereye gidiyoruz’ denilen’ türden.

Rakamlar yalan söylemez...

ATALIK’ın verdiği bilgilere göre Türkiye, son 16 yılda tarım alanlarının yüzde 8,3’ünü kaybetti. Üstelik de bu rakamlar devletin resmi kurumu Türkiye İstatistik Kurumu’ndan alınan veriler.Tarım alanları son 16 yılda 41 milyon 200 bin hektardan 37 milyon 800 bin hektara geriledi. 2018 yılında Türkiye’nin 5.8 milyon ton buğday ithalatına 1.3 milyar dolar ödenmiş. 655 bin ton da arpa ithal etmişiz. Kuru baklagilde de durum farksız. Ekim alanlarımız en yüksek seviyeye 1989 yılında 2 milyon 100 bin hektara ulaştı. Ancak günümüze kadar 1 milyon 200 bin hektar küçülerek 900 bin hektara kadar geriledi. 1990 yılı başlarında destekleme alımlarının sonlandırılmasını takiben kazanamayan çiftçi kuru baklagil üretiminden vazgeçmeye başlamış. Türkiye bu ürünleri dünyaya ihraç eden bir ülkeyken özellikle 2010 yılı sonrasında ithalatçı bir konuma gelmiş vaziyette. 2018 yılında ithal ettiğimiz 93 bin ton nohuta yaklaşık 120 milyon dolar ödedik. Türkiye ekmekten vazgeçtiği 376 bin hektarlık alanda tekrar nohut ekse 460 bin ton ilave nohut üretmemiz mümkün. İthal ettiğimiz 93 bin ton bunun yanında son derece küçük bir miktar. Sebze üretim alanlarındaki daralma da ciddi boyutlara ulaştı. 2005 yılından günümüze 930 bin hektardan 784 bin hektara inerek 146 bin hektarlık bir küçülme oldu. Yani yüzde 15’lik bir daralma olmuş. Bu ürünler içerisinde kuru soğan, pırasa ve patlıcan ekim alanları yaklaşık yüzde 35 alanında daralmış.

Bu yöntem hiç değişmez...

‘’PETROLÜ kontrol ederseniz ulusları kontrol edersiniz. Gıdayı kontrol ederseniz insanları kontrol edersiniz.’’ Kapitalizmin bazı hedefleri böyle tarif edilir. Malûm, Türkiye 20 yıl öncesine kadar tarımda kendi kendine yetebilen bir ülkeydi. Ve özellikle de Orta Anadolu, Avrupa’nın buğday ambarı, Doğu Anadolu ise et ve süt deposu olarak tanımlanırdı. Ya şimdi? Şimdi kurbanlarımızı bile başka ülkelerden ithal eder hale geldik. Yani artık Türkiye’de ihracatçı değil, ithalatçı bir tarım var.

İthalat, toplumu hazırcılığa iten ve üretmeyi unutan toplumların ekonomik olarak dışa bağımlılığını artıran, yani sürekli ithalat yapan ülkeleri; sigara gibi, uyuşturucu gibi yavaş yavaş bitiren bir olgudur...

Tarihte köle ticareti yoluyla sömürülen ülkeler, günümüz koşullarında ise kendilerine, ürettiklerine yabancılaştırılıyor ve sahip oldukları zenginlikler ellerinden alınıyor.Afrikalı ünlü lider, Kenya’nın ilk Başbakanı Jomo Kenyatta bakın ne diyor: “Yabancılar geldiklerinde; bizim geniş bereketli topraklarımız vardı. Elimize İncil’i tutuşturup ‘gözlerimizi kapatarak dua etmemizi’ öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda bir de baktık ki İncil bizim, topraklarımız ve her şeyimiz onların olmuştu.’’ Yabancının her dediğini yerine getirmenin sonucu budur. Bu yöntem hiç değişmez. Gözler açıldığında bir de bakarsınız ki elinizdekiler gitmiş.Tıpkı bizde olduğu gibi.