Şunu iyi bil ki, miskin ve zavallı olan bu kulun önünde, can çekişmenin dışında, karşılaşacağı keder, korku ve azaptan başka hiçbir şey olmasaydı bile sadece ruhunun çıkış anındaki sancılar onun hayatını zehir etmeye, neşesini kaçırmaya, onu gafletten uzaklaştırmaya yeterdi.
Bu, insanın üzerinde uzun uzun düşünüp çare araması ve en büyük hazırlığı yapması gereken bir haldir. Özellikle bu hal insanın bilgisi ve yetkisi dışında her nefes önüne çıkabilecek bir iş olunca, durum daha nazik olmaktadır.
Bu konuda hikmet ehlinden biri şöyle der:
"Başkasının elinde olan bir sıkıntının ne zaman gelip seni saracağını bilemezsin."
Lokman Hekim oğluna şu tavsiyede bulunmuştur:
"Ey oğlum! Ölüm seni ne zaman karşılayacağını bilemediğin bir olaydır.
Onun için sana aniden gelmeden önce ona hazırlıklı ol."
Hayret etmemek elde değil! Eğer insan bir eğlence yerimde zevkü safa içerisinde eğlenirken bir asker gelip kendisine üç beş sopa vursa hayatı zehir olur, ağzının tadı kaçar, zevki kalmaz.
Şunu da iyi bil ki, ölüm sancılarının verdiği acıyı onu tadandan başkası bilemez. Ölüm sancılarını tatmayanlar ise, onu çektiği diğer acılara kıyas ederek, ya da insanların son nefeslerini verirken geçirdikleri hallere bakarak, anlamaya çalışırlar.
Canın çıkma anı, acının bizzat ruhun kendisine isabet ettiği bir olaydır ve ruhun bütün kısımlarını kaplar.
Vücudun derinliklerine dalan ruhun her zerresi bu acıyı hisseder. İnsanın vücudunun herhangi bir yerine bir diken batsa, kişinin hissedeceği acı, ruhun dikenin battığı yerdeki mevcudiyeti kadardır, sadece o kısımda acıyı hisseder.
Canın çıkışı anında duyulan acı ise bizzat ruhta olur ve onun bütün kısımlarını kapsar.
Zira tepeden tırnağa; damarlardan, sinirlerden, mafsallardan ve eklemlerden kıl diplerine kadar bütün vücuttan çekilip çıkarılan ruhtur.
Bu sebeple onun vereceği keder ve acıyı hiç sorma!
Nitekim ölüm sancıları hakkında şöyle denilmiştir: "Ölüm kılıç darbelerinden, testere ile biçilmekten ve makaslarla doğranmaktan daha acı verici bir olaydır."
Bunun sebebi şudur:
Kılıçla kesilmenin ruha acı vermesinin nedeni kesilen yerin ruhla irtibatlı olmasıdır. Bunun yanında, doğrudan doğruya ruhu kesen ve biçen bir şeyin ona verdiği elem ve ıstırabın nasıl olduğunu bir düşün!
Bedeninden bütün damarları çekilen birinin halini bana hiç sorma! Damarlarından biri çekilen kişinin durumu bile gerçekten pek çetin olurdu. O halde acı ve ıstırap içerisinde ruhu çıkarılan birinin durumu nasıl olur! O, bir değil bütün damarları çekilen biridir.
Sonra her uzuv yavaş yavaş ölmeye başlar.
Önce ayakları soğumaya başlar, sonra bacakları, ardından da uylukları... Her aza acı üzerine acı, bela üzerine bela hissetmeye başlar ve nihayet can gırtlağa kadar dayanır. İşte o zaman, bakışlarını dünyadan ve ailesinden çevirir. Artık önceden tövbe etmemişse tövbe kapısı ona kapanır, kendisini hasret ve pişmanlık kuşatır. Bu hususta Resûlul-lah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
"Can (ruh boğaza dayanmadıkça kulun tövbesi kabul olunur."
Mücahid, Nisa sûresinin, "Kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca, Ben şimdi tövbe ettim diyenler için kabul olunacak tövbe yoktur, 57. ayetinin tefsirinde şöyle demiştir:
"Bu vakit ölüm meleğinin kişiye göründüğü vakittir.
O vakit Azrail'in yüzü yavaş yavaş görünmeye başlar. (Tirmizi)
Ölüm acısı öyle şiddetli olur ki, nasıl olduğunu hiç sorma!. Bunun için Resulullah (s.a.v) şöyle duada bulunmuştur:
"Allahım! Muhammed'e (s.a.v) ölüm sancılarını kolay-laştır."
Peygamberlerin ve evliyaların ölümden korkuları çok büyük olmuştur. Öyle ki, İsa (a.s) ashabına şöyle demiştir:
"Ey havariler! Allah'a dua edin de şu ölüm sancılarını bana hafifletsin. Ben ölümden öyle korktum ki, korkum beni ölümden ölüme sürükledi."
Anlatıldığına göre İsrailoğulları'ndan bir grup bir mezarlığın yanından geçerken birbirlerine;
"Allah'a dua etsek de bu kabristahdakilerden birini bizim için diriltse; biz de ona sorular sorsak" dediler ve hep birlikte dua etmeye başladılar.
Derken kabirlerin birinden, alnında secde izi bulunan bir adam çıkıverdi, onlara; "Ey insanlar! Benden ne istiyorsunuz? Ölüm acısını tadalı elli yıl oldu, ama hala acısı kalbimden gitmedi" dedi.
Hz. Aişe, şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber'in (s.a.v) vefatının şiddetini gördükten sonra artık hiç kimsenin ölümünün kolay oluşuna imrenmem."
Allah'a, Resulü Efendimiz (s.a.v) bir duasını şu şekilde yapmıştır:
"Allahım! Ruhu sinir aralarından, damarlardan ve parmak uçlarından çekip alan sensin. Ölüme karşı bana yardım et ve onu bana kolaylaştır."
Hasan-ı Basri, şöyle anlatmıştır:
"Bir keresinde Resulullah (s.a.v) sahabelerine ölümden, onun verdiği sıkıntı ve acıdan bahsetti; sonra, ''Onun acısı üç kılıç darbesi kadardır'' buyurdu.
Resulullah'a (s.a.v) ölümden ve onun şiddetinden sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
"Ölümün en hafifi, yünün içinde bulunan pıtrağa benzer; hiç pıtrak yünsüz çıkar mı? Elbette ki onunla beraber yün de gelir."
Resûlullah (s.a.v) ölüm döşeğinde olan bir hastanın ziyaretine gitti; yanına vardığında şöyle dedi:
"Onun çektiği acıları bilirim! Onun her bir damarı ölümün acısını ayrı ayrı hissetmektedir."
Hz. Ali, cihada teşvik eder ve şöyle derdi:
"Şayet savaşta öldürülmeseniz de muhakkak öleceksiniz! Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, cihad meydanında bin kılıç darbesiyle öldürülmem bana yatakta ölmekten daha kolay gelir."