YINE bir tartışma var gündemde. Kadın cinayetleri, çocuk tacizleri, çocuk gelinler, töre cinayetleri, terör kıskacındaki doğu ve güneydoğu aileleri, termik santraller, kayyum atamaları, ve daha binlerce konu tartışılır. Üç gün, beş gün tartışılır. Televizyon ekranlarında belli kişiler büyük düşünür rolleri keserler. Yandaş gazetelerdeki haberler piç edilir, köşe yazarları şeytanı bile geride bırakacak yorumlar yaparlar. İktidarın düşüncesini, hayallerini, yapıp-ettiklerini haklı, doğru ve millete yararlı gösterirler.
Sonra ne olur? Konu kapanır. Kimse konuşmaz, yazmaz, aklına bile getirmez. Sanki o sorunlar giderilmiş gibi davranılır. Vatandaş da zaten günlük hay-huy içinde meseleyi unutur gider. İşte Türkiye böyle yaşar
Şimdi uzun süre çılgın puroje Kanal İstanbul tartışılıyor. Yine bir inatlaşma içinde millet. İktidar ve ona taraf olanlar yaparız derken iktidara karşı olanlar ise yaptırmayız diye kestirip atıyor. İki taraf da Kanal İstanbul’un niçin gerekli olduğunu, neler getireceğini, millete faturası, ve getirisini anlatmıyor.
Bir vatandaş olarak söylenenlerin toplamından ve onlardan çıkardığım sonuca göre bir düşünce ifade ediyorum.
Kanal İstanbul purojesi yeni değil. 2006 yılından beri gündemde. Türkiye’nin İstanbul ve Çanakkale Boğazı var. Ayrıca bir su yoluna ihtiyacı yok. Çıkacak hafriyat ile denizin doldurulması ekodengeyi bozar. Denizde yaşayan kimi canlılar yok olabilir. Kanal İstanbul’u yapacağız diye diretenler iki sebep ileri sürüyor. Boğazlardan gemiler bedava geçiyor, kanaldan geçerler, para kazanırız diyor. Bedava geçilecek boğaz varken niye para ödeyip geçsinler.
Montrö Anlaşmasıyla boğazlardan geçişler; askeri veya sivil gemiler için, belirli kurallara sahip. Böyle bir kanaldan hangi gemiler geçmek ister? Montrö Antlaşması kapsamında geçemeyecek gemiler, askeri ve sivil gemiler geçmek ister. Bu da ABD gemileri. ABD Karadeniz’e giremiyor. Romanya ve Bulgaristan’da üs kurmuş olmasına rağmen gemileri Karadeniz’e gelemiyor. ABD bunun için Kanal İstanbul konusunu destekliyor.
Kanal İstanbul yeni bir cazibe merkezi olacak. Orada yeni yerleşim alanları kurulacak. Bu inşaat sektörünü ve müteahhitlere hayat verecek. Bu doğru. Ama tarım alanları betonlaşacak. Yeni nüfus, yeni otomobiller, yeni ihtiyaçlar. İstanbul’u yönetmek zaten mümkün değil, o takdirde hiç yönetilemez olacak.
Yine de her puroje insanlara, insanlığa, millete hayırlı bir veçhe ile yapılabilir. Ama bunun için insanların, İstanbulluların ikna edilmesi gerek. Yaparım, Yaptırmam inatlaşmasından bir an evvel uzaklaşarak, meseleyi hayırlı bir hale çevirmek mümkün.