Dilin sırrını bulmak

TÜRKİYE’DE lisan konusunda hemen her vatandaşın üç-beş cümle söyleyeceği vardır. Bir çok insan da Türkçe ile ilgili yazılar yazmıştır. Her yazanın ve konuşanın bazı gerçekleri yakaladığı da tespit edilebilir. Türk kimliğiyle ulusal devlet kurmak için yola çıkanlar, bunun için gerekli kurumları da tesis etmişlerdir. Türk Dil Kurumu da bunlardan biridir. Cumhuriyetin ve milli devletin kuruluş heyecanıyla muazzam işler yapılmış.

Deneme-yanılma yoluyla sapılan bir çok yanlış işler ve sonra ondan dönüşler de olmamış değil. On binlerce isim, aydın, okur-yazar, eli kalem tutan, ağzı laf yapan insan Türk Dili Tetkik Cemiyetinde faaliyette bulunmuş, emek vermiş, ter dökmüş. Ancak iki isim var ki lisan meselesinin sırrını yakalamıştır. Bunlardan biri Rusya’dan kaçıp Türkiye’ye gelen bir münevver var. Ahmet Agayef daha sonra Ağaoğlu. O daha başta yazılarında, konuşmalarında her medeniyetin bir alfabe olduğunu keşfetmiş. Diyor ki, ‘efendiler eğer Batı medeniyetine, güçlülerin medeniyetine dahil olmaya karar verdiyseniz Latin alfabesini almak ve kullanmak zorunludur.’

Batı dillerinin temeli Latince kökenli kelimelerdir ve alfabelerinin aslı da Latin alfabesidir. Hiçbir Batılı lisanında Latince kelimelerin varlığından, çokluğundan şikeayetçi olmayı aklına bile getirmez. Çünki o; maddeci, materyalci, gücün hak kabul edildiği medeniyetin ana dili ve ana alfabesidir. Çok geçmeden Türkiye Cumhuriyeti bin yıllık medeniyetinden vaz geçmeyi resmileştirerek ve Batı medeniyetine girişini mühürleyerek Latin alfabesine geçişi kanunla temin ediyor. İşte o tarihte Türk ulusu Hak ve Hakikat medeniyetinden soyutlanarak, Batının gücü Hak belleyen medeniyetine imale etmiş oluyordu.

Batı’da Latince etkisi

Türk Dili dil ve edebiyat dergisinin 808. Sayısında Hamza Zülfikar bey yazdığı yazıda Türk diline hizmet edenleri anmış. Kadirşinaslık göstermiş. Elbette eksik isimler var ama Zülfikar hoca da zaten herkesi anmasının bu yazı sınırları içinde mümkün olmadığını söylüyor. İşte o yazıda çok ilginç bir isim. Lisanın sırrını hem de çoğu Türk kökenli aydından daha sahici yakalamış. ‘Avram Galanti de Türklük İncelemeleri adlı kitabında kelimelerin kökenleri üzerinde durmuş, burada dille, kültürle ilgili genel konuları işlemiştir.

İşlediği konulardan biri yeni Türk harfleri, diğeri ay adlarıdır. Türk kelimesinin kökeni üzerinde durmuş. Sağır kef de denen burunda telaffuz edilen n sesini ele almış. Bunların dışında tarihî ve dinî içerikli yazılar, küçük makaleler hâlinde eserin esasını oluşturmuştur. Gayrimüslim gibi aynı yapıda gayrihıristiyan terimine bu yayında rastlamıştım (226. s.). Yazılarında “Mesela felsefede müstamel mefhum tabirini, biz Fıransızcadan aldık, Fıransızcada concept’dir, Fıransızlar bu kelimeyi Fıransızcada bulamadıkları için Latinceye müracaat etmişlerdir.” biçiminde değerlendirmeleri var. Burada sözü edilen konsept, mefhum Türkçede kavram diye karşılandı. ‘Osmanlıcayı kastederek ilgi çekici bir değerlendirmesi ise “Bizim Latincemiz Arabî ve Farisîdir.” sözüdür.

Onun Türkçeyle ilgili Vatandaş Türkçe Konuş Yahut Türkçenin Ta’mimi Meselesi adlı 1928 yılında yayımlanmış bir kitabı daha vardır. Kitap; Kebikeç Yayınları arasında, Ömer Türkoğlu ve sunuş yazısıyla Rıfat N. Bali tarafından düzenlenerek yeniden yayımlanmıştı’ Bizim Latincemiz Arabi ve Farisidir cümlesi lisanın sırrını çözmenin ifadesidir. Türk aydını Türkçe’deki Arapça ve Farsça kelimelerden rahatsız olmaktan vazgeçtiğinde Avram Galanti ve Ahmet Ağaoğlu seviyesinde lisan meselesinin sırrına vakıf olacaklar.

Kelime üretme şart

Türkçe konusunda kelime üretmek tamamen unutulmuş ve kolayca batı medeniyetinden kelimeler alınıp saygı ile kullanılıyor. Kelime üretmeyi, isimlendirmeyi, fiil ve sıfat, üretmeyi öğretmek zorunludur. Türk aydını tüm iyi niyetine rağmen kelime üretmeyi bilmiyor. Bunun eğitimi verilmeli. Faks kelimesi yerine bir açıklama olan belgegeçer kullanılmak istenmesi, bu iddiamızı kanıtlar.