POLİTİKA

Doğu Türkistan’daki sessiz çığlık: Uygur Türklerine yönelik katliam ve insan hakları ihlalleri

Çin'in Doğu Türkistan'daki insan hakları ihlalleri sürüyor. Uygur halkı, asimilasyon politikalarıyla yok edilmeye çalışılırken, Doğu Türkistan Vakfı bu mücadelede umut ışığı olmaya devam ediyor.

Çin'in Doğu Türkistan’daki politikaları, Uygur Türkleri üzerinde baskı ve asimilasyon uygulamalarını sürdürüyor. Yüzyıllardır devam eden bu baskılar, dini ve kültürel kimliklerin yok edilmesini hedefleyen stratejilerle derinleşiyor.

Uygur halkı, Uygurca eğitimin yasaklanması, ibadetlerin kısıtlanması ve kültürel miraslarının yok edilmesi gibi ağır insan hakları ihlalleri ile karşı karşıya. Çin hükümetinin Uygur Türklerine yönelik bu saldırıları, dünya genelinde ciddi tepkilerle karşılanıyor; ancak yeterince güçlü adımlar atılmadığı da gözleniyor.

Doğu Türkistan Vakfı Genel Sekreteri Dr. Muhittin Canuygur ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide, vakfın kuruluş amacından günümüze kadar yürüttüğü önemli faaliyetlerin yanı sıra Uygur Türklerine yönelik katliam ve insan hakları ihlalleri üzerine konuştuk.

Doğu Türkistan Vakfı’nın kuruluş amacı ve bugüne kadar gerçekleştirdiği önemli faaliyetler nelerdir?

Doğu Türkistan Vakfı, 1978 yılında rahmetli liderimiz İsa Yusuf Alptekin ve arkadaşları tarafından, Doğu Türkistan'da yaşanan zulmü uluslararası kamuoyuna duyurmak ve Uygur Türklerinin kültürlerini tanıtmak amacıyla kurulmuş bir vakıftır.

İlerleyen dönemlerde, İsa Bey’in sağlık sorunlarının ortaya çıkmasıyla beraber, 1934 yılında Türkiye’ye öğrenci olarak gönderilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından eğitilen üç öğrenciden biri olan Mehmet Rıza Bekin Paşa, 1986 yılında Doğu Türkistan Vakfı başkanlığına getirilmiştir. Mehmet Rıza Bekin Paşa, 1933 Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin yıkılmasıyla beraber yurtdışına eğitim amaçlı gönderilen bir öğrenci olup, Türkiye Cumhuriyeti’nde askeri okulda eğitim görmüştür. 1986 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti TSK’da Türkiye Cumhuriyeti'ne hizmet etmiş bir kişidir. Tuğgeneral rütbesiyle emekli olmuştur.

Paşamızın Doğu Türkistan Vakfı'nın başına geçmesiyle beraber bu davada köklü değişiklikler ortaya çıkmıştır. Paşamız özellikle insan yetiştirmenin önemine değinmiş ve Doğu Türkistan'dan öğrenci getirilerek Türkiye’de eğitilmesi için büyük bir çaba sarf etmiştir. Şu an dünyanın birçok yerinde Doğu Türkistan davası için hizmet etmekte olan birçok kişi, Türkiye ve Doğu Türkistan Vakfı ile yolları kesişen insanlardır.

''İnsan yetiştirme babında çok önemli kazanımlar elde etmiştir''

Dolayısıyla vakfımız, insan yetiştirme konusunda çok önemli kazanımlar elde etmiştir. Bunun dışında, Dünya Uygur Kurultayı’nın kurulmasında da önayak olmuştur. Dünya Uygur Kurultayı kurulmadan önce İstanbul’da milli kurultay toplanmış ve çok önemli kararlar alınmıştır. Akabinde, Türk siyasetinde gelişen siyasi dalgalanmalar sonucu, artık bu oluşumun burada olmaması gerektiğine inanılmış ve yer değişikliğine karar verilmiştir. Bununla birlikte, bu oluşum Almanya’nın Münih şehrine taşınmıştır. Daha sonra Dünya Uygur Kurultayı olarak uluslararası kamuoyunda çalışmalarına devam etmektedir. Bu sürecin aksakallarından biri de rahmetli Paşamız Mehmet Rıza Bekin Paşa ve Doğu Türkistan Vakfı'dır.

2010 yılında Paşa’nın vefatından sonra vakfımızın çalışması biraz duraksadı. Bunun en büyük sebebi de Doğu Türkistan Vakfı genel merkezinin yer aldığı külliye, İstanbul Kültür Başkenti kapsamında tadilat sürecine girmesidir.

Bu tadilat süreci meşakkatli ve sancılı bir süreç olmuştur. Aslına uygun olarak tadilat sürecinin tamamlanması adına çok titiz çalışmalar yürütülmüştür. Aşağı yukarı 7 yıl süren bu tadilat sonrası, Vezneciler ‘de kahraman polislerimize karşı yapılan bombalı terör saldırısında vakfımız ciddi zarar görmüştür. Tabii ki bu olay sonrası tekrar bir tadilat süreci başlamıştır. 2020 yılı Şubat ayının başında tadilat süreci tamamlanmıştır. Ne yazık ki bir hafta sonrasında tüm dünyanın başına bela olan Çin virüsü ortaya çıkmış ve tüm faaliyetlerimiz, diğer STK’larda olduğu gibi askıya alınmıştır. Son üç yıldan beri aktif olarak faaliyetlerimiz devam etmektedir.

Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerinin durumu hakkında dünya genelinde farkındalık oluşturmak için hangi stratejileri izliyorsunuz?

Artık şahsen söylem değişikliğine inanıyorum. Herkes tarafından bilindiği üzere Doğu Türkistan’da yaşanmakta olan zulüm yeni başlamadı ve günümüzde artık soykırım olarak devam etmektedir. Bizler de gücümüz yettiğince Türk kamuoyu ve uluslararası arenada sesimizi duyurmaya çalışıyoruz.

''Dünya kafasını kuma gömmüş, izlemeye devam etmektedir''

Yalnız insanlarımızda artık şöyle bir psikoloji oluşmaya başladı. İnsanlarımız artık acı duymak istemiyor. İnsanlarımız acı duydukça kafasını çevirir ve uzaklaşır bir hale geldi. En son olarak bunu Filistin meselesinde görüyoruz. Filistin savaşı aylardır devam etmektedir. Orada mazlum insanlar, siviller katledilmektedir. Ama dünya kafasını kuma gömmüş, izlemeye devam etmektedir.

İnsanlarımız bu süreçte duyarsızlaşmaktadır. Burada en önemli nokta, insanlarımızın “Elimizden bir şey gelmiyor.” düşüncesidir. Dolayısıyla bu soykırım görmezden geliniyor ve yok sayılıyor.

Doğu Türkistan meselesinde kişisel olarak şunu ifade edebilirim: Doğu Türkistan eskiden özgür bir devletti, orada yaşayan 35 milyon insanımız özgürce yaşamaktaydı. Söylem değişikliği olarak Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin mutlaka kurulması gerektiğini, orada yaşayan 35 milyon Müslüman Uygur Türk’ünün özgürce yaşaması gerektiğini, Uygur Türklerinin de Çinlilerden farklı ve tarihi bir medeniyete sahip olduğunu anlatmamız gerekiyor.

Dolayısıyla, Uygur Türklerinin tarihi, kültürü, sanat ve medeniyetinin anlatılması, vakfımızın gayelerinden biridir. Orada yaşanan soykırım politikasını dünya kamuoyuyla paylaşırken, bunun yanında Uygur kültürünün, sanatının, medeniyetinin tanıtılması ve yaşatılması, bunu kamuoyu ile özellikle Türkiye’deki yerel halkımıza anlatılması ve tanıtılması gibi çalışmalarımız olması gerekir. Doğu Türkistan Vakfı, amaç ve gayeleri doğrultusunda bu tür çalışmalar içinde yer almaktadır.

Doğu Türkistan’daki halkın hayatlarını sürdürdükleri ülkelerde karşılaştıkları zorluklar nelerdir ve vakfınız bu konuda nasıl destek veriyor?

Dünyanın çeşitli ülkelerinde Doğu Türkistanlı halkımız yaşamaktadır. Dünyada en fazla Uygur Türklerini barındıran ülke, Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türk halkı ile olan tarihi, kültürel ve soy bağı sebebiyle hiçbir çıkar gözetmeksizin Uygur Türklerini himaye eden dünyadaki tek devlet Türkiye Cumhuriyeti’dir.

''İnsanlarımız barınmakta çok sıkıntı yaşıyorlar''

Tabii ki burada birçok sıkıntımız mevcuttur. İkamet izni, barınma, sağlık ve vatandaşlık gibi birçok sorunumuz söz konusudur. Son zamanlarda bildiğiniz gibi yanı başımızda devam eden Suriye meselesi vardır. Orada yer alan bazı grupların mevcudiyeti devam etmektedir. Zaman zaman bu gruplar, dünyada olduğu gibi ülkemiz için de tehdit unsuru haline gelmektedir. Ülkemizin güvenlik birimleri bu gruplarla iltisaklı olarak zaman zaman Uygur Türklerini gözaltına almakta ve geri gönderim merkezlerinde tutmaktadır.

Uygur Türkleri için Türkiye’miz ikinci vatanlarıdır. Hiçbir Uygur Türkü, kasti ve bilerek Türkiye’mize karşı bir eylemde bulunmamıştır ve bulunmayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, dün olduğu gibi bugün ve gelecekte de hiçbir Doğu Türkistanlıyı geri göndermemiştir ve göndermeyecektir.

Herhangi bir suça karışmış, hüküm giymiş Doğu Türkistanlı Uygur Türkünün cezasını Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, burada çekmesi gerektiği düşüncesindeyim.

Son dönemde Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerinde bir değişiklik gözlemlediniz mi? Çin hükümeti politikalarında bir yumuşama ya da sertleşme söz konusu mudur?

Bunu söyleyebilmek için Doğu Türkistan'daki zulüm tarihini bilmek gerekir. Çin Komünist yönetimi, siyasi olarak sıkıştırma ve gevşeme politikası izlemektedir. Yakın Çin tarihinde 1966 ve 1976 arasında Çin Kültür Devrimi gerçekleştirilmiştir. 10 yıl süren devrimde milyonlarca insan katledilmiştir. Bu dönemde Doğu Türkistan'da binlerce Uygur Türkü katledilmiştir. 1971 sonrasında ortaya atılan pingpong diplomasisi ile Sovyetlere karşı komünist blok devleti inşa edilmesine başlanmıştır.

Şu anki dünyanın başına bela olacak Çin devletinin temelleri orada atılmıştır. Hatta Sovyetlere karşı komünist bir blok devleti çıkarmak için Çin Halk Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler’in 5 daimi üyesinden biri olarak Tayvan’ın yerine seçilmiştir. 90’lı yıllardan sonra Çin Halk Cumhuriyeti’nin batıya yönelik gerçekleştirdiği reformlar sürecinde, Doğu Türkistanlılar siyasi olarak gevşeme dönemi yaşamıştır. Oradaki sıkma ve gevşeme siyaseti, Çin devletinin kontrolünde bir takım amaçlarına yönelik gerçekleşmektedir.

2000’li yılların başında gerçekleşen 11 Eylül saldırısı sonrası ABD’nin başlattığı küresel terörizme karşı mücadele tezine dayanarak, Çin devleti yıllardır Doğu Türkistan’da uyguladığı asimilasyon politikasına meşru bir zemin hazırladı. 2013 yılında şimdiki Çin devlet başkanı Xi Jinping’in iktidara gelmesiyle birlikte Doğu Türkistan politikasında önemli değişiklikler meydana geldi.

2013 yılında Doğu Türkistan’da yaşamakta olan insanlar, siyasi olarak birden gevşeme dönemine girdi. Yıllardır tutsak olarak yurtlarından adım attırılmayan, yurtdışına çıkabilmek için bin bir eziyetten geçen Uygur Türklerine birden bire pasaport alma noktasında inanılmaz kolaylıklar sağlandı.

Hal böyleyken, 2013 yılından itibaren birçok Uygur Türkü, turizm ve akraba ziyaretleri, eğitim amaçlı yurtdışına çıktı. Hatta bazı yerlerde edindiğimiz bilgilere göre, yurtdışındaki akrabalarını ziyaret etmeleri için zorla yurtdışına gönderildiler. 2016 yılına gelindiğinde Doğu Türkistan birden bire sessizliğe büründü.

Doğu Türkistan’da aklınıza gelebilecek her türlü iletişim araçları durduruldu. Yurtdışında bulunan Uygur Türkleri, akrabaları tarafından ülkeye dönmeleri yönünde telkin telefonları almaya başladı. Birçok yurttaşımız, öğrencimiz, tehdit ve şantaj mahiyetindeki bu telkinler karşısında Doğu Türkistan’a dönmek zorunda kaldı.

Daha sonra Doğu Türkistan ile olan tüm iletişimimiz ve giriş çıkışlar durduruldu. Daha sonra edindiğimiz bilgilere göre, Doğu Türkistan’ın tüm şehirlerinde, adı “eğitim merkezi” olan, özünde ise Nazi döneminden kalma kampların inşa edilmiş olduğunu ve birçok insanımızın bu kamplara kapatıldığını öğrendik.

Sadece dünyanın gözünü boyamak için yapılan bir çalışma

Bu toplama kamplarının aşağı yukarı 2013 yılından itibaren yapılmaya başlandığını tahmin ediyoruz. Ve günümüze kadar sözde eğitim kamplarının hala devam ettiğini ve insanların bir nevi hapishane olan bu kamplara kapatıldığını biliyoruz. Buradan çıkamayan insanlar olduğunu biliyoruz. Adı eğitim olan bu kamplara kapatılmış ve burada vefat eden insanların olduğunu biliyoruz. Bu kamplardan, başka ülke vatandaşlığı olduğu için baskılar neticesinde sağ kurtulan insanlar mevcuttur. Bu insanlarımızdan birkaçı, kahramanca bu kamplarda yaşananları tüm dünya kamuoyuyla paylaştılar. Çin Halk Cumhuriyeti her zaman olduğu gibi, sözde eğitim kamplarının mevcudiyetini ilk başlarda inkâr etmiştir. Dünyadaki birçok STK, Uluslararası Af Örgütü, BM İnsan Hakları İzleme Komitesi gibi kuruluşların yayınladığı raporlar karşısında bu kampların varlığını kabul etmek zorunda kaldılar.

Çin Halk Cumhuriyeti hükümet sözcüsünün şöyle bir ifadesi mevcut; ''Biz bu insanlara eğitim veriyoruz ve meslek edindiriyoruz''. Hatta bir adım ileri giderek küstahça, ''Biz bu insanların hayatına renk katıyoruz,'' gibi bir ifadesi olmuştur.

Son zamanlarda gelişen uluslararası siyasi dalgalanma ve Filistin savaşı ile birlikte Doğu Türkistan’daki bu kampların mevcudiyeti geri planda kalmıştır. Çin devleti, son zamanlarda özellikle kendi taraftarı veya satılmış kalemleri Doğu Türkistan’a davet ederek, daha önceden kurgulanmış olan kampları “eğitim merkezi” olarak gösterildiğine şahit oluyoruz.

Bu satılmış olan kalemler, bağımsız uluslararası birçok sivil toplum kuruluşunun yayınladığı raporların aksine, Doğu Türkistan’da herhangi bir insan hakları ihlalinin söz konusu olmadığını, Doğu Türkistanlı Uygur halkının hayatlarından memnun olduklarını yazdılar. Burada bu kalemlere şunu sormak gerekir; en gencinden en yaşlısına, en eğitimlisinden en eğitimsizine, sanatçısından bürokrata, sporcusundan işadamına kadar herkesin toplandığı bu kamplarda nasıl bir eğitim verildiğini, o insanların hayatlarına nasıl bir katkı yaptığını sormak gerekir. Burada kastettiğiniz yumuşama satılmış kalemlerin ifadesiyle Uygur halkının refah ve huzur içinde yaşadığı ise Çin devletinin dünyanın gözlerini boyamak için binbir çeşit hileye başvurduğunu söyleyebiliriz.

Uygur halkının kültürel mirası üzerindeki baskılar ve kimliklerinin yok edilme tehlikesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu durumun geleceğe etkileri neler olabilir?

Doğu Türkistan'ın konumuna baktığımız zaman, tüm sıkıntı coğrafi konumundan kaynaklanıyor. Dünya haritasını gözümüzün önüne getirdiğimizde, Güney Çin Denizi’nde bir takım sıkıntılar söz konusudur. Tayvan, Japonya ve oradaki bazı adalar üzerinde hak iddiaları gibi konular mevcut. Dolayısıyla Güney Çin Denizi'nde çeşitli sorunlar yaşanmakta. Tayvan, Japonya, Endonezya, Filipinler gibi ülkelerle gerek adalar gerek kıta sahası anlaşmazlıkları devam etmektedir. Güney Çin Denizi, kaynamaya hazır bir cadı kazanı gibi beklemektedir ve orası ileriki dönemde mutlaka karışacağı öngörülmektedir.

Çin Devleti’nin kaybedecek zamanı yok

Güney Çin Denizi'nde olası karışıklıklara karşı, Çin Devleti’nin batıya açılması gerekir. Nihayetinde, kendi ürettiğini dışarıya satması lazım. Enerji ihtiyacını karşılamak için de dışarıdan kaynak alması gerekir. Burada en önemli ve güvenli yol Doğu Türkistan’dan geçmektedir. Doğu Türkistan’ın komşuları olarak Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan yer almaktadır. Dolayısıyla oradan her yere açılabilir.

Günümüzdeki soykırımın temeli buradan kaynaklanmaktadır. Çin devleti, bir an önce Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerini ya asimile edecek ya da tamamıyla yok edecek. Buna yönelik çalışmalarını ve söylemlerini hızlandırıldığına tanıklık ediyoruz. ''Uygur diye bir ırk yoktur, aslında bunlar bir millet bile değildir, Uygurlar Türk kavminden değildir. Bunların Türklükle hiçbir ilgisi yoktur'' gibi temelsiz bazı bilimsel iddialar ortaya atıldı. 1993 yılında ortaya atılmış olan Çin’e özgü sosyalizm teziyle yola çıkarak Uygurların tamamen Çinlileştirilmesi ve tarihinin yok edilmesi planlanmıştır. Bunun yanında insanların dini inançlarını ‘hastalıklı ruh’ olarak ele almaktadır. ''Milli kimliği ve inancı ortadan kaldırırsak asimilasyon süreci daha hızlı ilerleyecektir'' görüşüyle Çin’e özgü sosyalizm tezi harfiyen uygulanmaktadır.

Hala Doğu Türkistan’a seçilmiş insanlar dışında giriş çıkışlara izin verilmemektedir. Bağımsız gözlemcilerin Doğu Türkistan’a gitmelerine izin verilmiyor. Dolayısıyla Doğu Türkistan'da son yaşanan tahribatın boyutunu bilmiyoruz. İnsanlarımızın ne kadar zarar gördüğünü bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz kadarıyla Uygur kültürü, medeniyeti, dini inançları, tarihi yapıları ve ibadet mekânlarının yok edildiğini biliyoruz. ''Kimlik olarak milli ve dini kimliğini ortadan kaldırırsak asimilasyon daha hızlı ilerleyecektir'' şeklinde bir çalışma söz konusudur. Çine özgü sosyalizm tezinin ana fikrîde budur.

Uluslararası kamuoyunun Doğu Türkistan’daki durumla ilgili tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Destek yeterli mi, eksik kalan noktalar var mı?

Mutlaka eksikler var, nihayetinde karşınızda dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden biri var. Her devletin kendine özgü ekonomik ve ticari amaçları var, kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyorlar. Türkiye Cumhuriyeti devletinin, Doğu Türkistan politikasında dün olduğu gibi bugün de hiçbir şekilde sapma olmadığına inan biriyim. Ama ülkemizde bazı yapılar var; Çin’den nemalanan, beslenen, Çin’den maddi olarak destek alan bazı yapılar vardır. Bu yapılar, özellikle Doğu Türkistan’da yaşanan soykırım politikasını kesinlikle kabul etmiyorlar. Çin Devleti’nin her konuda meşru davrandığını dile getiriyorlar, adeta Çin Devleti’nin avukatlığını yapan yapılardır.

Bu yapılara göre, dünya kamuoyunda Doğu Türkistan meselesini gündeme getiren, özellikle batılı bazı devletlerdir. Ve Doğu Türkistan’da aslında bir sıkıntı olmadığını, oraları karıştıranın batılı güçler olduğunu dile getirenlerde bu yapılardır. Gerek ABD’de olsun, Avrupa’da olsun, Doğu Türkistan konusunda çok ciddi çalışmalar yapıldı ve rapor haline getirildi. Doğu Türkistan konusunda çok ciddi çalışmalar yürüten sivil toplum kuruluşları mevcuttur. Bu çalışmalar, Çin’e karşı çok ciddi baskı uygulamaktadır. Eğer siz konu hakkında çalışmalar yürütmezseniz, konun araştırılması hususunda bir çalışmanız, yayınlanmış herhangi bir bilimsel çalışmanız yoksa konuşmaya da hakkınız olamaz. Bir şey bulmak için öncelikle aramak gerekir. Aramadığınız bir şeyi zaten bulamazsınız. Günümüzde Doğu Türkistan’daki soykırımı deliller ile ortaya koyan çalışmaları sadece batılı devletler yapmaktadır. Bu soykırımı batılı devletlerin uluslararası kamuoyuna taşıyor olması Doğu Türkistan’daki yaşanmakta olan soykırım gerçeğini değiştirmiyor. Ama burada şunu da unutmamak gerekir ki, bu batılı devletler bizi çok sevdiği için değil, tamamen kendi devletlerinin çıkarları doğrultusunda hareket ederler.

Uygur halkına yönelik zorunlu çalıştırma ve toplama kamplarıyla ilgili yeni gelişmeler var mı? Bu konuda dünya kamuoyunun tepkisini nasıl yorumluyorsunuz?

Günümüz dünyasında insan odaklı ve insan hakları üzerinden değerlendirmeler yapılırken, ne yazık ki Doğu Türkistan’daki eğitim kamplarının mevcudiyeti devam etmektedir. Bu kamplar aynı zamanda bir hapishane ve zorunlu çalıştırma merkezleridir. Doğu Türkistan’da yıllardır zorunlu çalıştırma uygulanmaktadır. Yani şu şekilde açıklayabiliriz: Kendi tarlanız var, o tarlayı sizin ekip biçmeniz lazım; bunun yanında devletin bazı tarlaları vardır, burayı da sizin ekip biçmeniz isteniyor. Geliri tamamıyla devlete aittir. Zorunlu çalışma derken aslında bu kastediliyor.

Küçüklüğümde hatırlıyorum; kendi işin bittikten sonra devletin belirlediği o tarlayı ekmen, biçmem, mahsulü toplamam bekleniyordu. Bu tür çalışmalar yıllardan beri devam etmektedir. Bunun yanında 2013 yılında ortaya çıkan kamplar ve bunların yanında mevcut hapishanelerdeki insanlar, adeta kürek mahkûmları olarak zorunlu çalışma alanlarında çalıştırılmaktadır.

Bunun yanında asimilasyon politikasının bir parçası olarak Doğu Türkistan nüfusun Çinli lehine değiştirme politikasıdır. Çinlilerin Doğu Türkistan’a göçleri teşvik edilirken, Doğu Türkistanlı Uygur gençlerimizin Çin’in iç kesimlerinde iş ve eğitim vaadi ile kaydırılması söz konusudur. Çin’in iç kesimlerine götürülen bu gençlerimiz, İnsani şartlardan uzak, kötü koşullarda tehditle, şantajla, zorla çalıştırılmaktadır. Bunun en somut örneğini 2009 Urumçi katliamında gördük. Urumçi katliamının ortaya çıkmasının en büyük sebebi, Çin’in iç kesimlerine çalışmaya götürülen genç kızlarımızın Çinli erkekler tarafından taciz edilmesi, hatta tecavüz girişiminde bulunulması ve akabinde buradaki Uygur erkeklerin buna tepkisiyle gençlerimizin orada linç edilerek öldürülmesidir.

Bu olaylar sonrasında çocuklarının akıbetini sormak için Urumçi valilik binası önünde toplanan halka, Çin devletinin her zaman yaptığı gibi, kanlı bir şekilde olayları bastırmak istemesi ve olayların çığırından çıkarak zaten yıllardır baskı altındaki halkın ayaklanmasına dönüşmesidir. 2009 Urumçi katliamını unutmamak lazım; gençlerimiz hala Çin’in iç kesimlerine zorunlu çalıştırılmaya götürülmektedir. İnsanlarımız hala zorunlu olarak çalıştırılmaya devam etmektedir. Bu zorunlu çalıştırma kamplarının mevcudiyeti, ispatlanmış veriler kapsamında, dünyanın birçok büyük firması, zoraki çalışma kamplarından elde edilmiş ham maddelerin alımı konusunda Çin ile olan anlaşmalarını iptal etmiştir.

Türkiye’nin Doğu Türkistan davasına yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Devletin ve halkın desteği yeterli mi?

Bu, bizim aslında çok hassas noktamız. Doğu Türkistanlı bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, hiçbir zaman kendimi ikinci sınıf vatandaş olarak görmedim. Kendimi bu ülkenin asli bir evladı olarak görmekteyim. Türkiye Cumhuriyeti beni elimden tuttu, okuttu. Şu an bu ülkede kamu görevlisi olarak bu ülkeye katkı için çalışmaktayım. Elimden geldiğince bu ülke için, bu millet için ömrümün sonuna kadar çalışmaya da devam edeceğim.

''Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan politikası değişmeyecektir''

Hal böyleyken, Doğu Türkistan'da yaşanan soykırım ortada, hükümetimizin bazı tutumları da ortadadır. Diplomatik kanallarımız açık olacak ki devletimiz, masaya oturduğu zaman Doğu Türkistan'da yaşanan bu sıkıntıları gündeme getirebilsin ve bunun hesabını sorabilsin. Zaman zaman bazı noktalarda sessiz kaldığını düşündüğümüz anlar oluyor tabii. Çok üzüldüğümüz, rencide olduğumuz durumlar olmuştur. Lakin Türkiye Cumhuriyeti devleti, dün olduğu gibi bugünde ve gelecekte de Doğu Türkistan ile alakalı, Uygur Türkleriyle ilgili politikasında sapma göstermeyecektir. Sapma olmayacak ve sahip çıkmaya devam edecektir.

Türk hükümetinin Çin ile olan ticari ve siyasi ilişkileri, Doğu Türkistan konusundaki tavrını etkiliyor mu? Bu dengeyi nasıl yorumluyorsunuz?

Mutlaka etkiliyor; siyasi ve ekonomik olarak, ikili anlaşmalar neticesinde Doğu Türkistan davasındaki tutumlar zaman zaman değişiyor. Ama benim inandığım, devletimiz ne olursa olsun, Çin ile ilişkilerini Doğu Türkistan’daki Uygurların refahıyla paralel olarak sürdürecektir. Biliyorsunuz, Hakan Fidan’ın son Çin ziyareti, Pekin’deki görüşmeler sonrasında Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi'ye ve kadim şehir Kaşgar’a ziyareti ile sonlandı. Aslında buraya siyasi olarak baktığımızda, Çin’e karşı net bir mesaj vardır: ''Bizim ilişkilerimiz, buradaki insanların huzur ve refahı ile alakalıdır.''

Doğu Türkistan ile ilgili olarak kamuoyunda neden bilgi eksikliği var? Bu durumun kamuoyundaki görünürlüğü neden düşük?

Buradaki en büyük eksikliği kendimizde aramamız gerekir. Demek ki daha fazla çalışmamız gerekir, daha çok çaba sarf etmemiz gerekir. Dolayısıyla ilk suçu kendimde arıyorum ve daha fazla çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. İkinci nokta olarak, coğrafi olarak Doğu Türkistan ile Türkiye arasındaki mesafenin uzak olması ve daha önce bahsettiğimiz gibi, insanlarımızın acı görmek istemiyor olması. Dolayısıyla insanların ilgisini çekecek, orada yaşanan zulmü ve soykırımı dile getirmek, kamuoyu oluşturmak için farklı söylem ve eylem geliştirmemiz gerekir. Şu an Türkiye’de onlarca Doğu Türkistan’la alakalı sivil toplum kuruluşu bulunmaktadır. Buna rağmen hala yeterince kamuoyu oluşmuyorsa, halkımıza yeterince derdimizi anlatamıyorsak bir noktada yanlışlık vardır. Ama yılmayacağız, çalışmaya ve oradaki mezelimi anlatmaya devam edeceğiz.

Vakfın gelecekteki projeleri ve hedefleri nelerdir? Özellikle uluslararası platformlarda ne gibi adımlar atmayı planlıyorsunuz?

Vakfın projelerinden ziyade şunu net olarak ifade edebilirim: Ben bu vakfın 6 yıl başkanlığını yaptım. Şu an vakfın genel sekreterlik görevini yürütüyorum. Bir Doğu Türkistanlı Uygur Türkü olarak, ben Doğu Türkistan’ın özgür olmasını istiyorum ve buna inanıyorum. Hayatımın sonuna kadar bu düşüncem devam edecektir ve bu uğrunda mücadelemiz devam edecektir.

''Nihai hedefimiz bağımsız Doğu Türkistan''

Dolayısıyla bu düşüncem vakfımız için de geçerlidir. Vakfımız, Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı için mücadele edecektir. Oradaki soykırımı dünya kamuoyunda paylaşmaya devam edecektir. Uygur Türklerinin kültürel varlığını ve medeniyetini dünya kamuoyuyla paylaşmak için kendine gaye edinmiş bir vakıftır. Bu çerçevede çalışmalarımız devam edecektir. İlk başta ifade ettiğim gibi, nihai hedefimiz bağımsız Doğu Türkistan’dır.

Doğu Türkistan halkına bir umut mesajı vermek isteseniz, onlara ne söylemek isterdiniz?

Gün doğmadan neler doğar, ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim. Bir zamanlar, birileri çıkıp ''Sovyetler Birliği dağılacak'' dediği zaman gülen insanlar, bir yıl sonra Sovyetler Birliği’nin dağıldığına hep birlikte şahit olduk. Çin neden yıkılmasın?

''Çin Devleti kaynamaya hazır bir cadı kazanıdır''

Aslında baktığınız zaman Çin devleti, devasa bir güç gibi görünüyor olsa da içinde ve çevresinde birçok sıkıntıyla boğuşan bir devlettir. Komşu ülkeleri arasında iyi ilişkiler kurduğu bir devlet yoktur; neredeyse hepsiyle bir sıkıntısı vardır. Çin devletinin yapısına baktığımız zaman, 56 farklı etnik kökenin yer aldığını görüyoruz. Burada sadece Doğu Türkistan meselesi yoktur. İç Moğolistan, Tibet, Mançurya, Tayvan ve Hong Kong gibi sıkıntılı bölgelerde vardır. Dolayısıyla Çin devleti kaynamaya hazır bir cadı kazanıdır.

Çin’in yıkılmasıyla birlikte en az 9 bağımsız devlet ortaya çıkacaktır. Çin Devleti çok büyük bir devlet gibi görünüyor olsa da aslında göründüğü gibi bir devlet değildir. Her an kırılmaya müsait bir devlettir. Benim inandığım, Çin Devleti çok uzun bir süre geçmeden yıkılacaktır. Bunu hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Ve elbette bağımsız Doğu Türkistan’ı göreceğiz.