Bir televizyon kanalında dizi olarak yayınlanan, ülke içinde ve ülke dışında çok beğenilen şanlı tarihimizi anlatan muhteşem Kuruluş Osman.
Hiç düşündünüz mü? Diyelim ki Kayı Aşireti’ni ortanca kardeş Ertuğrul Gazi yerine ağabeylerinden Gündoğdu Bey ya da Sungur Tekin yönetseydi, tarihimiz nasıl değişirdi?
Muhtemelen Osmanlı Devleti tarih sahnesine hiç çıkmaz, Bizans yıkılmaz, onca zafer kazanılmaz, gurur duyduğumuz Süleymaniye ve Selimiye gibi muhteşem tarihi eserler inşa da edilemezdi.
Ertuğrul Bey’in ağabeyleri Gündoğdu Bey’le Sungur Tekin, Ertuğrul Gazi’ye gelip geri dönme teklifinde bulunmuşlardı. Ertuğrul Gazi’nin cevabı hedef sahibi insan olmanın ne anlama geldiğini açıklıyor:
“Ötelere gideceğiz, deryayı (denizi) geçeceğiz ve inşallah devlet olacağız”
O tarihte ufuk sahibi Ertuğrul, Bizans’ı fethe kilitlenmiş, bunun için denizi geçmek gerekiyorsa, denizi geçecekti. Bizans’la kavgaya tutuşması gerekiyorsa tutuşacaktı. Eminim ki inanç ve iman sahibi Ertuğrul Bizans’ın fethedileceğine dair olan hadis-i şerif yürek pusulasına dönüşüp Ertuğrul Gazi’ye yol göstermiştir.
Ertuğrul’un ufkunda büyük bir hedef vardı: Hedef devlet olmaktı. Bu uğurda her türlü zorluğa ve meşakkate katlanmaya da gönüllüydü. Ve tüm Alplerini bu amaçla motive ediyor, onları her fırsatta yüreklendiriyor, kendisi gibi hedefe kilitlenmelerini sağlıyordu.
Hedeflere kilitlenmişken, tam bu sırada ummadığı bir zorlukla karşı karşıya kalmış, hedefiyle arasına ağabeyleri girmişti.
Bu noktada hatırlatmadan geçmeyeceğim ki, iki tür insan vardır: Birinci tür insan kendine uzak-yakın hedef seçer, hedefe ulaşmak için hamle üzerine hamle yapar, şartlar ne olursa olsun teslim olmaz, hedefinden ödün vermez, gerektiğinde hedefine kilitlenir ve sürekli ileriye koşar.
İkinci tür insan tipinin ise bir hedefi yoktur. Hedefsiz yaşamaktan tatmin olmadığı için de başkalarının hedeflerini şaşırtmaya çalışır. Başarıyı başkalarının başarılarını engellemekte arar.
Bugünkü ana muhalefet partileri gibi düşünebiliriz.
Tırmanmaya daha ileriye koşmaya çalışan hedef sahibi insanların ayaklarına dolaşır. Neden tırmanmaması gerektiği konusunda onu ikna etmek hedefinden caydırmak ister. Böylece onu da kendi seviyesinde tutacak ve başarılı örneklerin çok azaldığı bir ortamda gönül huzuruyla ufuksuz yaşayacaktır.
Ertuğrul Gazi birinci türün, ağabeyleri de ikinci turun örnekleridir.
Günümüz siyasetinde düşünürsek. Birinci türün örnekleri Cumhurbaşkanı-Cumhur ittifakı, ikinci türün örnekleri ise millet ittifakıdır.
Ertuğrul Gazi’nin ağabeylerinin ufkunda devlet yoktu. Uzun süren yolculuk ve göç hayatından bıkmışlar, geri dönmeyi kurtuluş çaresi gibi görmeye başlamışlardı. Bu görüş çerçevesinde ağabeylerinden biri Ertuğrul Gazi’ye şöyle çıkıştı:
“Derya diye tutturursun, lakin deryanın suyu tuzludur, içilmediği gibi, hayvan ve bitki sulamaya da elverişli değildir.”
Ertuğrul Gazi’nin ağabeylerinin tüm ufku çiftçilik ve hayvancılıkla sınırlıydı.
Hayalsiz ve ufuksuz yaşıyorlar, “bahane” olarak da şartları kullanıyorlardı. Sonuçta Ertuğrul Gazi ile ağabeylerinin arasında büyük bir tartışma çıktı. Ağabeyleri fikirlerinde ısrar ettiler. Nihayet aşiretin yarıdan fazlasını alıp, geriye, geldikleri topraklara dönmek üzere yola çıktılar. Ertuğrul Gazi ise atının başını Bizans istikametine çevirip Söğüt’e yerleşti.
Dönen ağabeylerinden hiçbir tarih tek cümle olsun bahsetmiyor.
Bizans yakınlarında yol tutan Ertuğrul Gazi ve alp arkadaşları ve Oğlu kara Osman babasının izinden giderek, gaza ve hürriyet ateşini tutuşturan ona yol gösteren “aşk” kan ve gözyaşlarıyla sulanan topraklarda, gök ekini biçen, yedi göğü, yedi yeri, dağları, denizleri aşarak bir milletin rüyasını “aşkla” gören, gücünü kılıcından değil, “aşk”tan alan, zorbalığı adaletle; köleliğe hürriyetle direnen tarihin gördüğü en büyük imparatorluğun adını “aşk” veren, yetmiş iki milleti kıran, zulmeden bozuk düzene karşı başkaldırarak, mazlumların sessiz çığlığına umut olan, 400 çadırlık bir obadan “ilahi aşkla” kurulan bir Cihan İmparatorluğuna yürüyen ufuklu insan, ufku yüksek Osman’dır.
Osmanlı Devleti’nin kurucuları olarak tüm tarihler O’ndan gururla bahsediyor.
Artık rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Ufkunuzda ne varsa, o olursunuz…
Ancak, hayalinizle hedefiniz kadar varsınız.
UFUKLU İNSAN OLMALIYIZ. Ufku olanlarda birlikte mücadele edip tarihe altın harflerle yazılmak varken, hedefsizlerin, ufku olmayanların arkasına takılarak tarih sahnesinden yok olup gitmemeliyiz.