Hayata tutunmak bir ucundan

 
Gazeteler, televizyonlar, radyolar ve sanal medya araçları insanlara hitap ediyor. İnsanlar oralardan seslerini duyurmaya, 'Ben de buradayım' demeye çalışıyorlar. Her kişinin öne aldığı bir meselesi var. Kimisi siyasetle meşgul, kimisi iktisatla, kimisi toplum olaylarıyla, kimi de bireysel acılarla. Sanatla, sanatın dallarından, türlerinden biriyle meşgul olanlar, sanatı pazarlayanlar, sunanlar,  hayata  tutunmaya çalışıyorlar. Hayat başlı başına bir mucize. Akılları hayrette bırakan oluşum ve olgu.
 
İnsanla ilgili yazmaya başlandığında içinden hiçbir sahile ulaşılamaz boyutta bir okyanusa düşer insan. İnsanı okumak da denebilir buna. İnsanı bir tarafa bırakıp insana meken olan kainatı da okumaya başlanabilir. Orası daha dar denemez. Daha geniş mi demek lazım? Kainatın her parçası, seması, yeryüzü, güneş, ay, yıldızların her biri ve tümü. Başka isimlendirilmemiş göktekiler. Bulutlar, esiir tabakası. Yeryüzüne inildiğinde dağlar, ovalar, durgun sular, akan sular, yer yüzeyindeki sular, derinlerdeki sular. Suların her türünde yaşayan sayısız hayat sahipleri.
 
Kimi yükseğe hayrandır
 
Bütün bunları bir tarafa bırakıp insanların birilerini düşman, hain, istenmeyen, rakip ilan etmesi  ve hayatının tamamını buna harcaması ne kadar acınacak bir durumdur! İnsan kendisi için belirlediği hedefin büyüklüğüne eşit bir büyüklüktedir. Kimi insanları izlersiniz. Yükseklere hayrandır. Bir karış yükseklik görse hemen oraya çıkmaya talip olur. Dernek ve vakıf başkanlığına da sınıf ve sendika başkanlığına da meclis üyeliğine de belediye başkanlığına da milletvekilliğine de bakanlığa da başkanlığa da aday olur. O da hayatını öyle kurgulamış, hayata o ucundan tutunmaya çalışmaktadır. Hep kaybeder ama o yine de aday olmaktan ayrı duramaz. Çünki o onun hayat tarzıdır.
 
İnsanın kendine yüksek hedef koymasında sakıncalı bir durum var elbette. Ulaşılamayacak hedeflerin her biri hezimet olarak insan ruhunda yara açacaktır. Asıl kötü olan bu değil. Asıl kötü olan aynı tarzı benimsemiş insanların birbiriyle kıyasıya mücadele etmesi. Bu mücadele edilirken hiçbir insani ölçü kalmıyor. Hak, adalet, vicdan, insaf gibi fazilet duyguları çalışmaz hale getiriliyor. Bilek bileğe, beden bedene, kafa kafaya mücadele edilmek yerine ayak oyunlarına baş vuruluyor. Bir araya gelindiğinde birbirlerine iltifatlar ediyorlar ama ayrı iken birbirinin kuyusunu kazıyorlar. Uzaktan izleyen için yüz kızartıcı manzaralar ortaya konuluyor.
 
Kişi yerini belirlemeli
 
Hayatın bir ucundan tutunmak gerek. Başka türlü yaşanamaz. Ama hayata doğru ucundan tutunmak gerek. Hayata fazilet ile de rezillikle de tutunmak mümkün. Erdemli insan hayata erdemlerle tutunur. İşte bu noktada da iyi insan-kötü insan ayrımı ile karşılaşılır. Erdemi, fazileti, Hak, adalet, insaf, vicdan, merhamet, şefkat gibi erdemleri esas alana iyi insan, kendini öne çıkaran, bencil, ahlaksız, adaletsiz, merhametsiz davranışlar sergileyene de kötü insan demek de bir çekince yoktur.
 
Hayatın tamamı iyi ile kötünün mücadelesinden ibarettir. Merhum cemil Meriç öyle diyordu: 'Bu dünyada solcu-sağcı kavgası yok, namuslu-namussuz kavgası var.' Asıl mesele şu. Kişi kendi yerini belirlemeli. Gerçekten namustan, Haktan, adaletten, faziletten yana bir yer de mi, yoksa aksi bir yerde mi bulunuyor, bakmalı. İnsan işte anlatmakla bitmez bir hazine. Kur'an'ın 'oku' emrine uyarak önce ilahi kitabı, sonra onun işaret ettiği insanı ve sonra da insanı kuşatan keainatı okumak. Ömür yetmez inanın, ömür yetmez.