ANKARA Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğrenciydim. Bir yakınımın kartıyla İzmir Caddesinde bulunan büroya gittim. Uzun bir koridorun sonundaki odaya girdim. Sağlı sollu iki masa ve camın önündeki koltukta diğerlerine göre daha genç iki kişi hararetli bir şekilde sohbet ediyordu. Selam verip Devrim Sağıroğlu’nu sordum. Sağ masada oturan ve iri yapılı olan “benim” dedi. Kendimi tanıttım ve elimdeki kartı kendisine uzattım. Devrim Sağıroğlu kartı ona uzatarak “Taki, Zeki bu arkadaş muhabir olmak ve bizimle çalışmak istiyormuş” diye sohbetin arasına girdi. Erol Yaşar kendi daktilosuna döndü. Taki Doğan ve Zeki Çol da karta bakıp gülmeye başladı. Ben ise neye güldüklerini anlamadan çocuksu hallerle bakıyordum.
Kartın sahibi Şansal ağabeyin berberi
Oysa gülme nedenleri kartın sahibinin Devrim ve Şansal ağabeyimin Cağaloğlu’ndaki berberinin olmasıymış. Çok sonra öğrendim. Gülmeleri bitince Devrim Sağıroğlu “Tam yerine geldin. Ancak önce okulunu bitir. Ondan sonra tekrar gelirsin” diyerek beni adeta sepetledi.
Aradan birkaç ay geçti, sene 1982 günlerden 4 Temmuz’du. Milliyet’e hocam Prof. Mümtaz Soysal’ın isteğiyle tekrar gittim. Bu kez istihbarat şefi rahmetli İlhami Soysal ağabeyle konuştum. O da beni spor servisinin tam karşısındaki fotoğraf servisine ve Bülent Hiçyılmaz’a teslim etti. İyi bir foto muhabiri olmak için çok çalışıyordum. Bülent ağabey de üstüme titriyordu. Okulumun yanı sıra, hafta sonları da amatör maçlara gidiyordum.
Birkaç ay sonra İlhami Soysal İstanbul’a dönüyordu. Beni yanına aldı, doğru Devrim ağabeyin yanına gittik. İlhami ağabey son derece babacan ve güler yüzlü bir tavırla bıyıklarını burup “Devrim ben İstanbul’a dönüyorum. Bu çocuk sana emanet. İçerdeki yamyamlara yedirme. Sporu da çok seviyor. Burada çalışsın” dedi. Devrim Sağıroğlu da “Tamam ağabey, zaten biz hafta sonları arkadaşı amatör maçlara gönderiyoruz. Bundan sonra sadece bizimle çalışır” yanıtını verdi. Ardından da, bir başka rahmetli ağabeyim Erol Yaşar’a adeta eti senin kemiği benim der gibi beni teslim etti. Amatör maçlar, Anadolu haberlerini falan derleyip toparlıyordum.
İşte o çocuk, bu çocuk
Aradan bir yıl geçti, 19 Mayıs Stadı’nın Gençlik Parkı tarafındaki kalenin arkasındaydım. Tarih 13 Ekim 1983’tü. Yine bir başka rahmetli Selçuk Yula’nın golüyle Türk Milli Takımı, Kuzey İrlanda’yı 1-0 yendi... Gazeteye döndüm sessizce filmimi yıkadım. İşte o anda O, arkamdaydı. Filmi elimden aldı. Golü gördü. Beni karanlık odada bırakıp Devrim ağabeye gitti. “Devrim ağabey gol” dedi. “Ne golü Taki” sorusuna “Münir golü çekmiş ağabey” cevabını verdi. Bu kez hep birlikte karanlık odaya geldiler. Taki ağabey kendi elleriyle fotoğrafı bastı. Sonra da “İşte bu Devrim abi. İşte bu” dedi. Taki ağabey elini omuzuma attı. “Size şimdi bir sır vereceğim” derken o babacan kahkahasını bastı. Herkes yazısını falan bıraktı Taki Doğan’ı dinliyordu. “Biliyor musunuz, hani 1 yıl önce buraya bir çocuk gelmişti. Biz de gülüp göndermiştik. İşte o çocuk, bu çocuk” dedi. Herkes şaşkındı. Ben o günle alakalı hiç kimseyle konuşmamıştım. Ama Taki ağabey o genci, yani beni unutmamıştı. Devrim ağabey yerinden kalkıp yanıma geldi ve yanaklarımı kopartırcasına sıkıp, “Aferin çocuk aferin” deyip beni kucakladı.
Cesur bir yüreği vardı
O yıllarıma Ankara’da Silahlı Kuvvetlergücü’nde askerliğini yapan Gürel Yurttaş da tanıktı. Hepimizin askerlik işimizi hep Taki ağabey sorunsuz halletmişti. Biz de, eski bir askeri öğrenci olan Taki ağabeyimizi mahcup etmemiştik. O günden sonra artık Taki Doğan’ı hep yanı başımda hissettim. Hep örnek oldu. İnsanın okulun yanı sıra, hayatta da öğretmenleri vardır. Benim için Taki ağabey onlardan birisiydi. Hep daha iyi olmam için çabaladı. Bazen kutladı, bazen azarladı. Kızdığı anlarda Erol Yaşar ağabey yanımdaydı. O her zaman heyecanlı bir muhabir olarak kaldı. Hızlı düşünen, haberi koklayan ve daima farklı bakan birisiydi. Kendine özgü bir gazetecilik anlayışı olan, haber ne olursa olsun cesur bir yüreği vardı. Gazetecilik adına haber, yorum, röportaj, fotoğraf mikrofon hepsi ona yakışırdı. Başta atletizm, basketbol ve voleybol olmak üzere spora çok büyük hizmetleri oldu. O hayatın her alanında hızlı yaşadı. Yetişmek de mümkün olmadı...
Ölümü yakıştıramadığım insanlardandı
Sevgili Gürel Yurttaş ilk söylediğinde, aramıza tekrar dönsün diye umutla dua ettim... Kaç gün geçti aradan bilmiyorum. Erman Toroğlu ağabeyden canlı yayında öğrendim yıkıldım... Zamansız bir zamanda da, aramızdan ayrıldı. Ölümü yakıştıramadığım insanlardandı. Gittiği yerde çok dostu var. Onlara da ne haberler verecek bilemiyorum. Bizimkisi vedasız bir veda oldu. O nedenle tarifi olmayan duygular içindeyim. Hayata ve mesleğe dair bir öğretmenimi kaybettim. Çok üzgünüm. Taki Doğan ağabeyim mekanın cennet olsun.
Berlin’deki anlamlı iftarı yazacaktım
Oysa ben size Berlin Şehitlik Camii’nde, barış, hoşgörü, kardeşlik içinde birlikte yaşamak ve orucu sevdirmek adına “Paylaşmak güzeldir” temasıyla çocuklara verilen iftar yemeğini yazacaktım... O iftar yemeğinde toplanan ve çocukların kumbaralarında biriktirdikleri harçlıklarını Diyarbakır Sur İlçesi’ndeki bir caminin ihtiyaç sahibi çocuklarına gönderdiklerini dile getirecektim. Şehitlik Camii’nin avlusunda, vatan topraklarından binlerce kilometre uzakta, ebedi uykularındaki aziz şehitlerimizin yanı başında yapılan iftar yemeğinin yarattığı atmosferi yazacaktım. Ermeniler tarafından 1922’de şehit edilen zamanın Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey ve Dr. Bahattin Şakir’in mezarlarını nasıl yaptırdığımızın öyküsünü anlatacaktım. Tam bir külliye olan Berlin Türk Şehitlik Camii’nin ihtiyaçları için işadamlarımıza, hayırseverlere yardım çağrısında bulunacaktım.
100. yıl coşkusunu,
Ozan Kabak’ı yazacaktım
Oysa ben Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkarak bağımsızlık ve kurtuluş meşalesini ateşlemesinin 100. Yılının Berlin’de nasıl coşkuyla kutlandığını yazacaktım. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramında ikisi Türk, dördü Alman futbol kulübünün 6-12 yaş arasında (E ve D gençler) kızlı erkekli 19 Mayıs çocuklarının Atatürk Futbol Turnuvası’nı yazacaktım. Oysa ben çok değil, 6 ay önce Galatasaray’dan, Stuttgart’a transfer olan Ozan Kabak’ın Bundesliga’nın sezonunun sonunda nasıl “Yılın en genç futbolcusu” ödülüne aday gösterildiğini ve Ozan’ın buradaki gençlerimize ilham veren öyküsünü aktaracaktım.
Oysa ben bu hafta sonu aşırı sağ endişesiyle yapılacak Avrupa parlamentosu seçimlerini yazacaktım. Almanya genelinde 500, Berlin’de 70 bin kadar oy hakkına sahip insanımızın, bu seçimlerdeki etkisini bilen partilerin nasıl Türkçe sayfalar yaptığını açıklayacaktım. Bu seçimlerin Türkiye, Almanya ve Avrupa Birliği için önemini anlatacaktım..
Olmadı... Hepsi içimdeki tarifsiz acıyla bir başka Berlin mektuplarına kaldı.
Berlin’den selam ve sevgiyle...