HÜNKAR-I AĞLATAN VELİ....

İstanbul'daki meşhur velilerden. İsmi; Mustafa bin Ahmed, lakabı; Muslihuddin'dir. 

Şeyh Vefa, Ebü'l-Vefa, İbn-ül-Vefa da denir. 

Konya'da doğdu. Doğum tarihi bilinmemektedir. 

1490 tarihinde İstanbul'da vefat etti. İsmi verilen Vefa semtinde kendi adıyla anılan caminin sol tarafına defnedildi. Sonradan kabr-i şerifi üzerine yeşil kubbeli bir türbe yapıldı.

Vefa Konevi hazretleri, ilk tahsilini yaptıktan sonra, Edirne'de Debbaglar Camii imamı Şeyh Muslihuddin'e talebe oldu. Bir müddet bu hocasından ilim öğrenip feyz aldı. 

Sonra hocasının tavsiyesi üzerine evliyanın büyüklerinden Abdüllatif-i Kudsi hazretlerinin sohbetlerinde bulundu. 

Hem din, hem de fen ilimlerinde mütehassıs olarak yetişti. Tasavvuf ilminde ve hallerinde de yetişip yükseldi.

Şeyh Vefa hazretleri, bir ara hacca gitmişti. 

Hacdan deniz yolu ile dönerken, yolda hıristiyan korsanları tarafından gemisi yağma edilip, kendisi de esir edildi. 

Rodos Adasına götürülüp hapsedildi. Zamanının gözüpek kahramanlarından Kahramanoğlu İbrahim Bey tarafından, 

esir alanlara para verilmek suretiyle esaretten kurtarıldı. Hürriyetine kavuştu.İstanbul'a dönüşlerinde, şimdi kendi ismi ile anılan ''Vefa'' semtine yerleşti. Vefatına kadar burada yaşadı. İnsanlara doğru yolu göstermek, dinimizin emir ve yasaklarını bildirmek ile meşgul oldu.

Sözleri gayet beliğ ve açık olup, dinleyenlerin kolaylıkla anlayabileceği şekildeydi. Çok ibadet ettiğinden, sohbetine gelenleri, ancak belli vakitlerde kabul ederdi. 

Sohbetleri pek tatlı olup herkesin onu dinlemek ve yüzünü görmek için aşık olduğu bir zattı. 

Sözleri hikmetli ve nükteli idi. Din hususunda hiç taviz vermezdi. Bu hususta titiz ve celalli idi. Dünyaya düşkün olanlara iltifat etmez, dervişlerle, dünyaya düşkün olmayanlar ile sohbet etmeyi severdi.

Zamanının meşhur kimseleri kapısına gelir, sohbetine kavuşmak için kabul etmesini beklerdi.

Bir defasında, Fatih Sultan Mehmed Han, kapısına kadar geldiği halde onunla görüşmemiştir. O da üzülerek, geri dönüp gitmiştir. Onunla görüşmemesinden dolayı kendisi de üzülmüş, hatta gözlerinden iki damla gözyaşı yanaklarına inmiştir. Yanında bulunanlar; ''Efendim neden pâdişâhı kabul etmediniz? Hem siz buna üzüldünüz, hem de o üzüldü.'' dediler. 

Ebü'l-Vefa hazretleri, gözünden akan iki damla gözyaşını eliyle silerek; ''Doğru söylersiniz. Ama inanıyorum ki, benim ona olan sevgim ve onun bana olan ihtiyacı, bize asıl vazifemizi unutturacak kadar fazladır. 

Dostluğumuz, sohbetimiz, birçok vatandaşın işinin yarım kalmasına sebeb olacak. 

Sonunda dayanamayıp padişahlığı bırakmak isteyecek. Şimdi anladınız mı? Sultanı niçin kabul etmediğimi?'' buyurdu.

Sultan İkinci Bayezid-i Veli, Ebü'l-Vefa hazretlerini çok sever ve üstün tutardı. Kızını evlendirirken, nikahı teberrüken Vefa hazretlerinin yapmasını ve onun huzurunda olmasını istedi. Vefa hazretlerine kırk bin akçe göndererek durumu arzetmişti. Fakat Vefa hazretleri bu hediyeyi kabul etmedi ve; ''Muhyiddin Konevi Efendi vardır. Fakirdir, bu parayı ona verirsiniz. Bereketli bir zattır. Onu getiriniz, bu işi o yapsın.'' buyurdu. 

Bunun üzerine o zatı getirip, nikahı kıydırdılar.

Bir bahar günü, Vefa hazretlerine; mevsim güzel, hava çok hoş. Allah'ın rahmet eserlerini görmeniz için dışarı çıkmanızı istirham ederiz dediklerinde; ''Bugün müsaade edin. Akşam, her zaman yediğimden bir lokma daha fazla yiyeyim de, dışarı çıkacak kuvvetim olsun.'' buyurdu.

Kendisine, şehrimize, şu kadar ağırlıktaki taşı kaldıran ve şu kadar ağır yük taşıyan birisi geldi dediklerinde; ''Abdest ibriğini taşımak, ondan zordur.'' buyurdu. 

Bu ne doğru ve ne güzel bir cevaptır. Çünkü, ağır taşı kaldırma ve ağır yük taşımada nefsin hazzı vardır. 

Bunun için nefse kolay gelir. Abdest ibriğini taşımakta ise, nefse muhâlefet vardır. Bunun için nefse daha zor ve daha ağır gelir.

Ebü'l-Vefa hazretleri astronomi ve astroloji ilimlerine vakıftı. Çok talebe yetiştirdi. Güzel halleriyle meşhur oldu.

Sultan İkinci Bayezid-i Veli, Ebü'l-Vefa hazretlerini çok severdi. İlminin, yaşayışının hayranı idi. Bu sebepten vefat ettiği zaman cenaze namazında bulundu. 

Hatta o esnada, kefenini açıp, yüzüne bakarak, eskiden beri olan hasret ateşini bir parça gidermek istedi. 

Kefenini açıp baktıklarında, Ebü'l-Vefa hazretleri yüzünü sağ eliyle kapatmıştı.''

Ebü'l-Vefa hazretlerinin türbesinin dua edilen penceresinde şu beyitler yazılıdır:

''Mukteday'ı ehl-i mana, Muslihuddin Ebü'l-Vefa Uyun-ı uşşaka hak-i merkadidir Tatiya

Manası:

''Muslihuddin Ebü'l-Vefa, mana ehlinin, evliyanın uyduğu kimsedir. Mezarının toprağı, aşıkların gözlerine sürmedir.''

Ebü'l-Vefa hazretleri adına Konya'da bir cami, İstanbul'da ise, cami, medrese, hamam, dergah, halvethane ve türbe inşa edilmiştir.

Allah ruhunu şad eylesin...