Bir zamanlar, Mekke ve Medine dahil olmak üzere, bütün Arap Yarımadası Osmanlı Devleti sınırları içinde idi.
Bu toprakları Memluklerden devralan Yavuz Sultan Selim Han, kendisine; ''Mekke ve Medine'nin hakimi'' diye seslenen hatibin sözünü kesmişti.
O, şahsına ''Mekke ve Medine'nin hadimi hizmetkarı'' şeklinde hitap edilmesini tercih etmişti.
Osmanlılar, o tarih'ten 1919 yılına kadar Mekke ve Medine'ye büyük bir aşkla hizmet etmişlerdir.
Asırlarca İslam'ı temsil etmiş,
Osmanlı Devleti, bir oldu bittiyle I.Dünya Savaşı'na dahil olmuş ve sonunda mağlup olmuştur.
Mondros Mütarekesi şartlarına göre,
Osmanlı Ordusu teslim olmak zorunda bırakılmıştır.
Filistin Hicaz cephesindeki bütün ordularımızın teslim olmasına rağmen, Hicaz Kuvvetleri komutanı Fahreddin Paşa hazretleri direnmekteydi.
İstanbul'u dinlemiyor,
''Ben Efendimiz'in mübarek merkadini teslim edemem!'' diyordu.
İngilizler, Medine-i Münevvere'ye doğrudan girememiş ve asker sokamamışlarsa da, casusları Lawrence vasıtasıyla satın aldıkları bazı bedevi reisleri ve
Mekke Şerifi ile Medine'yi zorluyorlardı.
Neticede Mescid-i Nebevi'yi, Merkad-i Mübarek'i
ve o mukaddes beldeleri aylarca süren açlık ve susuzluğa rağmen başarıyla savunan Fahreddin Paşa hazretleri de teslim olmak zorunda kalmıştır.
İsyan'ı başlatan, sadece Mekke Emiri Şerif Hüseyin idi.
Bu hain, ''Mir-i Miran ''Beylerbeyi'' rütbesini taşıyordu.
Şerif ailesinin fertleri olan Hüseyin, Haydar ve Cafer Paşalar, İstanbul'da ikamet ederler, Şura-yı Devlet azalığı yaparlar, paşa maaşı alırlardı.
Sultan İkinci Abdülhamid, Hüseyin Paşa'dan şüphelenirdi.
Onun Mekke emirliği taleplerini hep nazikçe geri çevirmişti.
Fakat Paşa; Sultan Reşad zamanında Mekke emiri olmayı başardı.
Şerif Hüseyin, İngilizler tarafından bütün Arapları bir bayrak altında toplayarak, en büyük Arap kralı, hatta imparatoru olacağına inandırılmıştı.
Hain İngilizler;
onun ihtirasından yararlanarak, Osmanlı'ya karşı ayaklandığı takdirde kendisine para, silah, cephane, erzak, ne lazımsa sağlayacaklarını, yardım edeceklerini ve belirli sınırlar içinde bağımsız bir Arap Krallığı kuracaklarını vaadetmişlerdi .
Şerif Hüseyin, 1915 Temmuzunda İngilizlerle doğrudan temasa geçmiş ve işbirliği yapmak karşılışılığında Mersin ve Adana'yı içine alarak İran sınırına, doğuda da Basra Körfezi'ne, güneyde Hint Okyanusu kıyılarına ve batıda Kızıldeniz'le Akdeniz'de Mersin'e kadar uzayacak bir hudut dahilinde Araplara bağımsızlık talep etmişti.
Askeri uzmanların belirttiğine göre, nasıl Balkan Harbi, Yemen isyanı yüzünden kaybedilmişse, Suriye'nin elden çıkmasına sebep olan Filistin Harbi de, Hicaz isyanı yüzünden kaybedilmiştir.
İki yıl yedi ay süren şanlı direniş'te Fahreddin Paşa, elinde bulunan son derece kısıtlı imkanlarla Medine'yi müdafaa etti.
Önce Medine ve çevresinde bir güvenlik hattı oluşturmak için Asar Boğazı;
Bi'r-i Derviş, Bi'r-i Abbas ve Bi'r-i Reha mevkilerini asilerden temizledi.
29 Agustos 1916'da Medine çevresinde 100 kilometrelik bir emniyet şeridi meydana getirilmiş oldu.
Fahreddin Pasa Medine'yi savunabilmek için İstanbul'dan devamlı takviye kuvveti istiyor,
Osmanlı hükümeti de onun isteklerine cevap verebilecek durumda olmadığını bildiriyordu.
Osmanlı hükümetinin Hicaz'ı kısmen boşaltma kararı alması üzerine, Fahreddin Paşa yağma ihtimaline karşı Medine'de Hz.Peygamber'in mübarek merkadinde bulunan mukaddes emanetlerin İstanbul'a nakledilmesini teklif etti.
Sorumluluk kendisinde olmak şartiyla, teklifi hükümet tarafından kabul edildi.
Fahreddin Paşa bir komisyon kurarak, tek tek kontrol ettirdiği otuz parçadan oluşan mukaddes emanetleri 2000 askerin koruması altında İstanbul'a gönderdi.
Fahreddin Pasa, elinde kalan az sayıdaki kuvvetle hem bu çöl yolunu hem de Medine'yi müdafaya devam etti.
Paşa hazretleri, İstanbul hükümetine;
''Medine Kalesinden Türk bayrağını ben kendi elimle indiremem.
Eğer mutlaka tahliye edecekseniz, buraya başka bir kumandan gönderin'' cevabını vermişti.
Fahreddin Paşa bu sırada Osmanlı Devleti mağlup olmuş ve Mondros Mütarekesi'ni imzalamıştı.
Mütarekenin 16. maddesine göre teslim olması gereken Fahreddin Paşa buna yanaşmadı.
Bir yandan İngilizler, bir yandan Medine'yi kuşatmış olan Şerif Hüseyin'in, Medine'nin bir an önce teslim edilmesini istedilerse de, bu isteklerine karşılık vermedi.
Sonunda kendi subaylarının baskısı ile teslim olmaya rıza gösterdi. (1919).
Bugünde İngilizler, aynı oyunlarını doğu illerimizde başlatmıştır.