İyi niyet aramak

 

GENEL ya da yerel seçimler yapılırken siyasi partilerin halka ‘şu adayları seçeceksiniz’ dayatması var. Ama o dayatma listesine dahil olabilmenin faturası siyasetle yakından ilgilenenler tarafından biliniyor. Bu, işin siyaseti yönetenler tarafı. Siyasetçi elbette aday tespit ederken kendine göre bazı ölçütler koyacak, sıfat, etiket, para, kazanırlık, kazandırılırlık arayacak ve listede yer almanın ya da aday olmanın bir ödentisi olacak ve tahsil edilecektir.

Bu alanda konuşacak şey çok ama, daha önemlisi bu yarışa giren, aday olmak isteyen, siyasete girmek isteyen, seçilmek ve bir siyasi makamı doldurmak isteyen insanların durumunu iyi değerlendirmek, onlarda iyi niyet aramak gerek. İşte bu noktada seçiciler bilinçli olsa, ne istediğini biliyor olsa, memleketin, devletin, milletin, insanın geleceğine dair düşüncesi olsa; adayların nereden geldiğine, niçin geldiğine bakacaktır. Üniversitede purofesör, doçent, ya da doktor, araştırma görevlisi biri, neden milletvekili, ya da belediye başkanı olmak ister diye düşünmek akıllıcadır.

İşin yükü seçene düşüyor

Bu insan ilim yapmanın zevkini, hazzını, şerefini duyumsuyor olsa; o alanı bırakıp siyaset dünyasına gelmek için bir yığın faturayı ödemez. Demek oluyor ki, bu ilim adamı, ilim adamı olamamış. İlim adamının siyasete dönüp bakması için ilmi çalışmalardan başını kaldırmış olması şart. O halde bu aday ilim adamı olarak işini sevmemiş, sevmediği için verimli olmamış, kendine siyaset dünyasında ikbal arıyor demektir. Seçilmeyi bir ikbal, şans, olarak gören biri vatan, millet, devlet, insan için çok verimli değildir. Seçenler keşke böylesine bilinçli düşünse ve baksa. Sanayici, imalatçı,ilim adamı ya da ziraatçı. Bu adam üretmekten haz alsa, şeref duysa işini bırakıp siyasette kendine olanak aramaz. İşini sevmiyor ki terk etmek istiyor. Ya siyaseti de sevmezse seçildikten sonra. O zaman orada da işini sevmediği için verimli olamayacak. Verimsiz olacağı belli adamı niçin seçmek istesin seçmen.

Siyaseti kim yapmalı?

İşte bin yıllardır felsefenin, siyaset felsefesinin cevabını aradığı soru bu. Eflatun’a göre siyaseti filozoflar yapmalıdır. Hangi filozoflar, elbette ahlak filozofları. Çünki ahlaksız kişiler yönetime gelirse, halkı aldatır, devlet olanaklarını istismar eder, kişisel çıkar peşinde koşar. Eflatun çok da haklıdır bu görüşlerinde. Tüm dünyada siyaset yapanlara bir bakınız. Yalancı, çıkarcı, ahlaksız kişiler. Önümüzde bir Trump numunesi var. ‘Askerimi Suriye’den çekeceğim’ derken 1500 yeni subay gönderiyor. Savaş aleti, silah üretiyor ve satıyor. Bunun için en büyük müşterisi Selman’ın cinayetini ehemmiyetsiz gösteriyor. Tam da Eflatun’un nefret ettiği bir örnek.

Tek şart ahlaklı olmak

Siyaseti; içinde bulunduğu hayatı sevmeyenler, kendisiyle barışık olmayanlar, işini sevmeyenler ya da Yasama görevi yapacağı için hukukçular yapabilirler. Tek şart var. Ahlaklı olmak. Aday belirlerken siyasi parti başkanları ya da yetkili kurulları beklentilerinin ne olduğunu bilmeli. Bu aday gösterilen kişi lidere hep sadık ve uyumlu kalacak mı? İlkelere bağlı kalacak mı? Başka bir menfaat gördüğünde ihanet edebilir mi? Bir mesleği var da o meslek erbabı için menfaat devşirecek mi? Asıl önemlisi bizim gibi milletlerde kimin aday olduğu vatandaşı hiç ilgilendirmiyor. Bir lider var ve onun adamları var. Adayların her hangi bir niteliği olması gerekmiyor. Sadece liderin adamı olması yetiyor. Ne seçilirken, ne seçildikten sonra adı-sanı, niteliği, yaptıkları-yapacakları da bir anlam taşımıyor. Ama liderinin sözlerini evirip çevirip tekrarlıyorsa, liderine bağlılığını her konuşmasında göze gösteriyorsa, liderinin sevmedikleriyle hiç meselesi olmasa da, onlara alçak, şerefsiz, hain diyorsa o aday isabetli aday sayılıyor. Böylesine kişiliksiz adayları halkın önüne koyan siyaset liderleri ülkeyi sevdiklerini söyledikleri her harf ile yalan söylüyorlar. Yalan söyleyince ahlaklı olunamıyor. Eflatun’un ahlaklı felsefecileri siyaset yapamıyor.