Kaderiyye, insanın irade, ihtiyar ve kudret sahibi, yükümlülüğü olan bir yaratık olduğu,
Allah'ın bir dahli olmaksızın fiillerini bizzat kendi gücüyle meydana getirdiği inancına sahip olan görüşe denilir.
Bunlara "Kaderiyye" denmesi, ilahi kaderi inkar etmelerindendİr, görüşü yaygın ise de,
doğrusu şöyledir:
Bunlar; ''kulun, fiilini kendisinin yarattığı inancına sahip olup da kula kudret atfettiklerinden dolayı "Kulun kendi fiilini yaratacak kudreti vardır" anlamında kud-retçiler demeye gelen Kaderiyye dendiği daha kuvvetli bir ihtimal olmalıdır.
İlk defa kader konusunda konuşan;
Allah'ın önceden bir takdiri ''kaderi'' olduğunu inkar edenin Ma'bed el-Cüheni olduğunu tarihçiler kaydediyor.
Ma'bed, Basra'da Hasan el-Basri'nin ders meclisine devam ederdi.
Sonradan İlahi kaderi inkara yönelmiştir.
Ancak burada şunu da belirtmemiz gerekiyor;
İslam aleminde zuhur eden fırkaların büyük bir çoğunluğu başlangıçta haklı nedenlerle yolla çıkmıştır.
Sonradan görüşler arasında kesin sınırlar belirmeye başlamış ve her grup kendi görüşünü sağlamlaştırmaya çalışmıştır.
Rivayet edildiğine göre Ma'bed el-Cüheni'nin kaderi görüşe sahip olması haklı bir sebebe dayanır.
O da devrindeki bazı idarecilerin, müslümanların malını, canını alıp da, "bizim fiillerimiz Allah'ın kaderi üzerine cereyan ediyor", diyerek yaptıkları haksızlığı kadere yüklemelerinden kaynaklanmaktadır.
Belki de Ma'bed ve taraftarlarının gayesi, kula sorumluluğu tam olarak yükleme düşüncesi olmaktadır.
Ancak görüşündeki aşırılık, yani ilahi kaderi ''takdiri'' inkarı halife Abdülmelik b. Mervan'ın emriyle Haccac tarafından 699'da idam edilerek öldürülmesiyle sonuçlanmıştır.
Cüheni'den sonra onun görüşlerini Gey-lan
ed-Dımeşki devam ettirmiştir.
Hatta Kaderiyye'nin esas kurucusunun Geylan olduğu söylenir.
Geylan da halife Haşim b. Abdülmelik tarafından Şam'da idam edilmiştir.
Bu arada şunu da belirtelim ki, gerek Kaderiyye, gerekse onun tam zıddı bir görüşe sahip olan Cebriyye'ye göre, kulun hiçbir gücü,
kudreti yoktur;
kulun tüm fillerini yaratan Allah'tır.
Kitap ve Sünnetten kendi görüşlerini destekleyecek bir takım deliller bulmuşlardır.
Ancak İfrat ve tefrite kaçmaları,
Ehl-i Sün-net'çe bunların'ehl-i bid'at' İlan edilmelerine yol açmıştır.
Orta yolu izleyen Ehl-i Sünnet'in, bu aşırı uçları bid'ata nisbet etmesi haklı bir gerekçeye dayanır. Zira Kaderiyye, ilahi kaderi inkar ederek kula yaratıcılık atfetmekte, Cebriyye de insanın yükümlülüğünü ve sorumluluğunu ortadan kaldırmaktadır.
Cebriyye mensupları derlerse ki,
biz insanın sorumluluğunu reddetmiyoruz,
bu takdirde Allah'a zulüm isnad etmiş olacaklardır. Zira günah işleyen biri Cebriyye'ye göre ya elinde
olmadan günah işlemiştir ve sorumlu değildir veya sorumludur.
Bu takdirde ona günahı işleten de, cezalandıran da Allah'tır.
Cebriyye ve Kaderiyye görüşleri Ehl-i Sünnet tarafından tasvip edilmemiştir.
Kaderiyye'nin, kulların fiilleriyle ve kaderle ilgili görüşleri hicri II. yüzyıl başlarında Vasıl b. Ata tarafından kurulduğu kabul edilen Mutezile tarafından devam ettirilmiştir.
Kula yaratıcılık vasfı veren, dolayısıyla Allah'ın yaratıcılığına kusur İzafe eden ve kaderi inkar eden Kaderiyye görüşleri ashabın son devirlerinde ortaya çıkmaya başlamıştır.
Ashabdan kaderi inkar edenlerin varlığını duyanlar, Abdullah b. Ömer gibi Kaderiyye mensuplarını reddetmişler,
onlardan beri olduklarını ifade etmişlerdir.
Çünkü onlara göre kadere İman, iman esaslarından biridir.
Özetlersek, fatalizmin Türkçede kaderiyye şeklinde karşılanmasında ortaya çıkan bu karışıklık,
aslında iki farklı kültür dünyasının 'kaderi' nasıl algıladıklarını ve ona nasıl bir yorum gedirdiklerini de bir bakıma açıklamaktadır.