Ne yapıyoruz? Yeni hayatımıza alışmaya çalışıyoruz. Hele hele bu yeni hayat, biz gazeteciler için daha da zor. Çünkü gazeteci serbest mesleklerin en tepesinde olandır. Sosyal hayatın, sokağın, metronun, çarşının, pazarın, berberin, bakkalın nabzını tutmadan, haber üretmen yazı üretmen biraz zordur.
İşin içinde sokağa çıkma yasağı, insanlardan uzak durma gerekliliği de olunca işler yeni bir şekil aldı. Özetle artık evdeyiz. Sabah eşim Züleyha Öncü’nün: “Koğuş kalk. Kahvaltı hazır" komutu ile ayaklanıyoruz. Sonra gazete okuma, televizyon seyretme, yazı yazma faslı. Daha sonra da herkes köşesine çekiliyor.
Zor bir hayat, sıkıntı fazla. Hürriyetin ne kadar önemli olduğunu, özgürlüğün ne demek olduğunu, sağlığımızın ne kadar önemli olduğunu, ölümün ne kadar korkutucu olduğunu inanın bu günlerde çok daha iyi anlıyoruz. Tek iyi tarafı aile olarak bir arada daha çok zaman geçirmenin keyfini yaşıyoruz. O da zaman ilerledikçe bayıyor. Araya ufak tefek tartışmalar sıkıntının getirdiği dışa vurmalar başlıyor.
Bu sırada uzman psikolog olan kızım Bürçe devreye giriyor, Eskiden doğru yolu ben gösteriyordum, şimdilerde ise o bize psikolojik danışmanlık yapıyor, bedavadan.
Savaşa hazırlık
Hayatımızdaki en önemli değişiklik cumartesi günlerinde oluyor. Çünkü o gün çarşı pazar günü. Gerçi o günler de artık yasak kapsamında ya neyse! Evin ihtiyaçlarını almak için pazara gitmek gerek. Hazırlığımız kusursuz. Eczacı dostlar Levent ile Neslihan’ın gönderdiği koruma katsayısı yüksek maskelerimizi takıyoruz. Ardından eldivenlerimizi. Sağ cebimize fısfıslı kolonyamızı, sol cebimize de dezenfektanımızı. Koruyucu ağız gargaramız andorekx ile de son darbeyi vuruyoruz Sonra ve elini pazar. Markete gitmiyoruz çünkü virüsün bire bir yakınlaşma ve nefesle bulaşma ihtimali yüksek.
Pazarı tercih ediyoruz. Çünkü orası açık hava, nispeten daha korumalı. İnsanlarla sosyal mesafeye korumaya da çok dikkat ediyoruz. En önemlisi işimizi çok çabuk bitirip, kimse ile konuşmadan evin yolunu tutuyoruz. Eve girişimiz de bir başka tören. Malzemeler önce balkona alınıyor. Poşetlerin üzeri kolonya fısfısı ile elden geçiriliyor. Ayakkabıların altına kadar kolonya sıkıyoruz. Üzerimizdeki elbiseleri çıkarıp balkona asıyoruz. Altı saat dokunmamak kaydı ile. Sonra ellerimizi anti bakteriyel sabun ile yıkayıp kolonyalıyoruz ve yeni tip ASKERLİĞİMİZ disiplinimiz de sonlanmış oluyor.
Pazardaki duyarlılık
Önceki günlere göre insanlarımız daha dikkatli. Pazarcıların büyük bölümü maske takıyor. Alışveriş yapanların da büyük kısmı maskeli. Ancak Pazar tezgâhları güvensiz. İnsanlar seçme huyundan vazgeçemiyor. Vatandaşların bir kısmı ise hala işin ciddiyetinde değil. Özellikle gençlerin bir kısmı; “Gencim bana bir şey olmaz” modunda. Bazı duyarsız veya cahil insanlarımız da hala işin vahametinin farkında değil. Serseri mayın gibi maskesiz, dikkatsiz dolanıp duruyorlar.
Tabii bu ardada ilginç durumlara da rastlıyoruz Öğle saatleri Tozkoparan semt pazarının girişi. Bir dilenci dileniyor. Beyaz saçı, sakalı yaşının 70’in üzerinde olduğunun adeta delili. İki ayağı da kesik. Maskesi de yok. Soruyorum; “Kolay gelsin. Yaşınız sokağa çıkmak için müsait değil sanırım? Cezadan hastalıktan korkmuyor musunuz?” Amcam pişkin… —Yok, bana bir şey olmaz ekmek parasına ihtiyacım var. —Devlet yardım etmedi mi? —Etti ama yetmedi. Dilenci arkadaşın 15 km uzaktan Esenler’den, çocukları tarafından dilendirilmek üzere getirildiğini köşe başına bırakıldığını, akşam da alınacağını öğreniyoruz. Durumu hemen yüz metre mesafedeki karakol polisine bildiriyorum. Polisin cevabı net; “Biz o işe bakmıyoruz. Zabıtayı arayın” Zabıta da ortada yok. Dilenci kardeşimi ve çevresini Allah’a emanet ederek evin yolunu tutuyoruz...