Ortadoğu’nun incisi Lübnan ve filmlere, edebiyata, sanata, modaya konu olan ‘Ortadoğu’nun Paris’i’ güzel Beyrut; bir süredir sokak gösteriyle karşı karşıya…
Protestolar, WhatsApp da dahil, yeni vergi paketine karışı çıktı. Zaten şiddetli bir ekonomik kriz yaşayan ülke, günlük yaşam içinde sürekli kullanılan WhatsApp’tan da mesajlaşmak için günlük 20 kuruş ücret talebi ve katma değer vergisinin yüzde 11’den 15’e yükseltilip yükseltilmeyeceğini tartışması, ülke de infiale uğrattı. 2015'teki çöp kriziyle ilgili ayaklanmadan bu yana en büyük protestolar yaşandı.
Elbette Lübnan olayları bir WhatSapp vergisine indirgenemez. Meselenin özünde mezhep temelli seçkinlere karşı yoksul halkın isyanı bulunuyor. Ancak bölge ve bölge dışı ülkelerin müdahalesiyle sorunlar her geçen daha da büyüyor. Böylelkile hedef ıskalanıyor. Bu müdahale mezhep özelinde bir yönetişim tutumu getirdiği için; halkın ihtiyaçları, yöneticilerin mezhepsel davranışları ışığında kabul edilemez psiko-sosyal döngüsel bir travmaya neden olarak, örtülüyor.
1,5 milyon Suriyeli mültecinin, 6 milyon nüfüslu küçük bir ülke olan Lübnan’a gelmesiyle daha da kötüleşen ekonomik koşullar, yönetimin beceriksizliği ve yoksuzlukları ülkeyi tahammül edilmez bir duruma sokuyor. Lübnan dünyadaki üçüncü, en yüksek borçlu ülkesi (yaklaşık 86 milyar dolar) yani, gayri safi yurtiçi hasılasının % 150’sidir. 35 yaşın altındaki kişilerde işsizlik oranı % 37’dir. Hükümet 2020 bütçesini görüşürken tütün, benzin ve WhatsApp gibi bazı sosyal medya ve telekomünikasyon yazılımları da dahil olmak üzere yeni vergiler teklif edikten sonra; var olan zorlu ekonomik koşulların üzerine büyük bir toplumsal patlama yaşandı.
Lübnan dışında ekonomik ve sosyal ilişkilerinde başarılı olan ve fark yaratan Lübnanlılar için, ülkenin içinden geçtiği durum fevkalade üzüntüye neden oluyor. Lübnan Diasporası, Amerika, Latin Amerika ve Avrupa’da yüksek yaşan standardı ve birlikte yaşama kültürünü sağlayabiliyorken; Lübnan’nın içinde, bir o kadar içinden çıkılmaz hal alıyor.
1975-1990 yılları arasında süren, 15 yıllık iç savaştan bu güne kadar, harcanan on milyarlarca dolara rağmen; Lübnan’da hala günlük elektrik kesintileri, sokaklarda çöp yığınları ve devlete ait su şirketlerinde sıkça problemlere yaşanıyor. Üstelik ülke, çökmekte olan bir altyapıya sahip…
Dünya ve Lübnan arasında yaşanan bu çelişkiler yumağında protestocular, neredeyse 30 yıl önce Lübnan’ın iç savaşının bitiminden beri iktidarda olan ülkenin mezhepsel yönetici seçkinlerinden kurtulmak istiyor.
Elbette iç savaştan kaynaklanana mezhep temelli kötü hatıra, Lübnan’da silinebilmiş değil. Yaralar taze olduğu için kötü hafıza, bugünün siyasi, sosyal, ekonomik ve beşeri ilişkiler üzerinden ciddi bir etki ediyor.
Ancak göstericiler her yaştan ve farklı dinler ve mezhep mensuplarını bir araya getirirken, ülkenin 2005 Sedir Devrimi'nden bu yana bilinen en kapsamlı halk hareketini tetikledi.
Lübnan’da halk mezhep ve din temalı rejimi düşürmek istemiyor. Çünkü zaten mevcut değil. Fiili olarak sona ermiş bulunuyor. İran ve Hizbullah’ın neredeyse tam hakimiyeti söz konusu.
Hizbullah daha fazla yönetmek istiyor
Ancak sunni ve şii blokta oldukça kirlenmiş durumda. Başbakan Saad Hariri başkanlığındaki Gelecek Hareketi (Müstakbel Hareketi), Sünni Müslümanların ülkedeki nihai temsilcisi. Fransa ve Suudi Arabistan'la müttefik. Siyasi yelpazenin diğer tarafında Hizbullah ve Amal Hareketi'nden oluşan “Şii koalisyonu” yer alıyor. Her ikisi de İran destekli ve köklerini iç savaş döneminden alıyor.
Gelecek Hareketi (Müstakbel Hareketi) nakit sıkıntısı çekerek finansal dar boğaza giriyor.2005 yılında öldürülen eski bir başbakan olan babası Rafik Hariri'den devralınan servetin çoğunu tüketen oğul Hariri’ye , son yıllarda Riyad'dan da mali yardım gelmiyor. Hatta hareketinin resmi gazetesi Al Mustaqbal askıya alındı ve daha sonra, aynı adı taşıyan televizyon kanalı kapatıldı.
Amal ve Hizbullah’da Hariri’nin 2005 cinayetinin ardından oluşturulan Suriye ve İran yanlısı 14 Mart Koalisyonunun desteği altında. Her ikisi de büyük ölçüde İran desteğine güveniyor ve Bekka Vadisi'ndeki uyuşturucu üretimine dahil olmakla suçlanıyor.Tüm be denklem içersinde Hizbullah’ın Suriye savaşına dahil olarak yaşadığı ekonomik yıkım, he ülkeye hem de mezhep harekete finansal açıdan büyük darbe vurdu.
Bu denklemin içerisinde Hizbullah hem Sunni hükümete birçok bakan göndererek idareyi ele aldı. Hem de açık desteklediği ve görev süresi önümüzdeki dolacak olan Hıristiyan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın damadı ve varisi Dışişleri Bakanı Cibran Basil’in arkasında duruyor. Dolayısıyla Hizbullah ve İran hukuken olma sada; fiilen Lübnan’ı yönetiyor. Ancak bunun meşruiyetini sağlamak için Sunni tabanın desteğini aramak zorunda. Bu bağlamda Hizbullah, bu siyasete direnen herkesi bir şekilde tasfiye ediyor.(Lübnan Anayasası’na göre; Başbakanı Sünni, Cumhurbaşkanı Hıristiyan, Meclis Başkanı Şii olmak zorunda) Kısacası, Hizbullah, daha fazla güç istiyor.
Hizbullah, hükümeti itibarsızlaştırmak ve İran desteğiyle silahlı kontrol sağladığını göstermek istiyor. Hizbullah ve hükümet, çoğu silahlı olmak üzere Lübnan'daki 18 siyasi fraksiyonun sadece ikisi. Hala Lübnan’da faal olan Hıristiyan gruplar, Filistinli radikaller, El Kaide, Dürzi milisleri ve hatta Marksistlerin silahlı grupları var.
Bu gruplar geçmişte olduğu gibi kendi aralarında savaşmaya başlayabilirler. Bu gerçekleşirse, Hizbullah bu sorunlu küçük ulusun istikrara kavuşması için yeterince güçlü olan tek parti olduğunu iddia ederek kendisini Lübnan'ın kurtarıcısı olarak konumlandırabilir. Elbette bu durum Sunni franksiyonlar, dolayısıyla bölgedeki Sünni ülkelerin desteğini arayacağından; Lübnan süreci bizleri ve Ortadoğu’yu mini-Suriye’ye götürebilir. Son zamanlarda açık deniz petrol ve gazının keşfedilmesi, Lübnan’ın doğu Akdeniz’deki jeostratejik değerini artırdı. Bu durum Washington ve Paris ile uyum içinde olan, Batı petrol şirketlerine tabi olan güvenilir bir hükümet gerektiriyor.Elbette Tahran’ın tavrı Lübnan’daki geçiş sürecinin ne kadar yıkıcı olup-olmayacağını gösterecektir.
Ancak protestocular Hizbullah genel sekreteri Hassan Nasrallah’a, Sunni Başbakan Hariri’ye, Hıristiyan Cumhurbaşkanı Mişel Ayn’a karşı da yapılıyor. Genel olarak protestocular iktidardaki tüm seçkin ve azınlık zümreyi hedef alıyor.
Muhtemelen Lübnan erken parlamento seçimlerine gidecek, ancak Lübnan’ın sandık başına gitmesinden sadece bir yıl geçmesine rağmen, şu anda görev yapmalarını istemediklerini tekrar seçtiler/seçmek zorunda kaldılar. Dolayısıyla Sunni-Şii ve Müslüman-Hıristiyan karşıtlık motivasyonu, kötü yöneticilerin sistem dışına çıkarılmasına engel oluyor. Siyasi hareketler kendilerini yenileyemedikleri için ekonomik gücü olan seçkin politikacılar sürekli ülkeyi yönetiyor/karar alma sürecine dahil oluyor. Ancak, kilit ayrım Lübnan’ın seçim döneminde resmi olarak kabul edilen, 18 farklı franksiyona bölünmesine rağmen, protestoların dini ve mezhepsel ilişkisi bulunmuyor. Göstericileri bir araya getiren unsur, sosyo-ekonomik talepler ışığında bir sınıf ilişkisidir. Yani yoksullar, artık isyan ediyor.
Lübnan muazzam toplumsal bir eşitsizliğe sahip. Bir avuç milyarder ve milyoner dışında, nüfusun ezici çoğunluğu yoksulluk içinde, yarıdan fazlası işsizken, çalışanların yaklaşık yarısı sözleşmesizdir. Su ve elektrik sıkıntısı ve gıda kirliliğine maruz kaldıklarında, yaşamları sürekli bir mücadeledir. Bu bağlamda bu seküler tabanlı sınıf hareketi, sadece değişim istiyor. Elbette bu karmaşık, çok bilinmezli franksiyonlar dış müdahaleyi kaçınılmaz kılar.