Mağdur ve mazlum

BIR zamanlar inanan insanlar mağdurdu, mazlumdu. Devleti yönetenler, icracılar laiklik adına zalimlikler yapıyorlardı. İnsanların namaz kılıpkılmadıklarıyla, kadınların vücudunu tamamen veya kısmen kapatıpkapatmamasını mesele yapıyorlardı. Dinden, imandan, ahlaktan, ibadetten bahsetmek tek sıfatla anılıyordu. Gericilik ya da irtica. Ama bu devletin nitelemesiydi. Milli Güvenlik belgesinde yer alıyordu. Şimdi de devletin milli güvenlik belgesinde başka terimler veya sıfatlar var. Devlet bu belgesinde bir sıfat ile toplumun bir kesimini anıyorsa, o anılan kesim doğrudan suçludurlar. Savunmaları, onların da insan oldukları, vatandaş oldukları devlet kurumlarının davranış biçimini değiştirmez. Bürokrasinin bir davranış biçimi vardır. Genel gidişata bakarak o gidişata uygun tavır geliştirir. İktidarda hangi siyasi akım varsa, hemen her bir memur o siyasi görüşle ortak noktaları olduğunu iddia eder. Böylece kendi yerini sağlamlaştırmaya bakar. Tek tek her yetkiliye talimat vermeye gerek yoktur. Genel gidişat doğrudan talimat olur memur takımına.

Patlamaya hazır bomba

Bürokrat düşünmez. Onun işi düşünmek değil, muhakeme etmek değil. Onun işi icraat. O öncelikle yasalara, tüzüklere, yönergelere, iç hizmet kurallarına uygun davranmaktır. Ama bunun önünde memurları yönlendiren genel gidişattır. Üniversiteler, yargı, yasama, akla gelen her özgür kuruluş özgürlüğünden önce genel gidişata bakar. Böyle yaparsa yerinin daha sağlam olacağını düşünür.

İşte bu davranış özelliği kimi insanları, kimi devirlerde mağdur eder. Milli Güvenlik belgesinde patlamaya hazır bomba olarak tarif edilen kitle mağdur olmaya mahküumdur. Müslüman kimliğini öne çıkaranlar, dindarlığını davranışlarıyla sergileyenler, kurucu tek parti döneminde de, 70 yıllık parlamenter nizamda da devletin tehlike olarak tarif ettiği irtica ya da gericilik mensuplarıydılar ve bu yüzden 90 yıl boyunca mağdur ve mazlum oldular.

Siyasal İslamcılar

Dünyada iki dini damar var. Bunlara ana damarlar demek mümkün. Birinci ve asli damar; iman-ibadet ve ahlak damarıdır. Bu Selçuklu, Osmanlı ve hatta daha eski Müslüman devletlerinden gelen Allah ve Peygamberi rehber edinen damardır. İkinci ana damar, daha çok Hindistan, Afganistan dolaylarında gelişen siyasal İslam damarıdır. Seyyid Kutup, Hasan El Benna bu damarın başlatıcılarıdır. Ama her iki ismin de İngilizce konuştuklarını, İngiliz sömürgesi insanları olduklarını dikkate almak gerek. Onların da haklı dayanakları vardı. İnsanları tek tek imanlı, ahlaklı, ibadet eder hale getirmek uzun zaman alan bir uğraşıdır. Eğitim gibi nesiller yetiştirmek gerektiren uzun nefesli bir çalışmadır. Siyasal İslam damarına göre bu kadar uzun zamanı yoktur inananların. Derhal bir şeyler yapmak gerekir. Bunun için bir an önce siyasal örgütlenme ile iktidara talip olmak, iktidarı yasal yollarla, hatta mümkün olmuyorsa -kanlı mı olur kansız mı- demeden ele geçirmek şarttır. ‘İktidarı ele geçirdik mi istediğimiz yasaları çıkarır vatandaşları istenen istikamette sevk ederiz’. Siyasal İslam böyle düşünür. Evet kısa zamanda iktidarı ele geçiren siyasal İslamcılar bulundukları ülkelerde dediklerini yaptılar. Ama kan ve göz yaşı meyveleri oldu. Çok kan döküldü.

Ahlak kahramanları

90 yıllık Türkiye’de mağdur ve mazlum olanlar hakiki iman sahipleriydiler. Ahlak kahramanları vardı aralarında. Şefkat, merhamet, hayır, hasen işlerde ileri giden veli denebilecek vatandaşlar vardı. İmanlarına, ibadetlerine, ahlaklı yaşamlarına sıkı sıkıya sarılmak onları hayata bağlıyordu. Sonra siyasal İslam anlayışı ülkede etkili olmaya başladı. Asli damardan gelen insanlar bir ümit ile siyasal İslam kitlesine sahip çıkıp destek verdi. Arada kimileri bu akıma kapılmıyordu ama onlara da ağır suçlamalar yapılıyordu. Siyasal islam iktidarın nimetlerini dini öne çıkaranlarla paylaştıkça asli damar mensupları da dünya nimetlerine tav oldular. Bu imkeanlarla daha çok dine hizmet ederiz sandılar. Mağdur ve mazlum olmaktan kurtuldular ama şirret, yalancı, riyakear, çıkarcı oldular. Üzücü, kahredici bir durum.