ÖGRENCİLİK yıllarımda çıkan vapur gazeteleri hayatiyetlerini sürdürseydi iflas ederdi. Koca İstanbul’da ayda yılda bir oluşan cinayetleri, soygunu veya herhangi bir polisiye olayı manşete taşır, görevli çocuklar da ‘Yazıyor, yazıyoor’ diye bağırarak satışını yaparlardı. Günümüzde ise vapur gazetelerinin yerini gazetelerin üçüncü sayfaları aldı. Artık yüzlerce polisiye olaydan bir kısmı, yani en hunharca olanı seçilip, manşete alınıyor. Adamdaki öfkeye, kararlılığa, caniliğe bakın. İki kardeşini öldürüp, 15 sene hapis yatmış. Zerre pişmanlık yok. Çıkar çıkmaz ikisi öz evladı olmak üzere arka arkaya beş cinayet daha işliyor. Planlı, programlı, amacına yönelik cinayetler. Bu adam tartışmasız ruh hastası. İşlediği cinayetlerin bedelini 15 sene cezaevinde yatarak ödedi. Peki bu yeterli mi? Hapishanede yatmış olması, kesilen cezayı yerine getirmiş bulunması tahliye olmasına neden değil demek ki. O 15 yıl boyunca cezaevindeyken rehabilite edilmesi, tedavi görmesi, cezaevi şartlarından arınması, öfkesinin dindirilmesi gibi bir çok sağlık aşamalarından da geçmesi gerektiği anlaşılmış oluyor. Bu da yetmez. Hükümlülüğünü bitirdikten sonra polis veya sağlık kurulları tarafından da izlenmesi ve tedavisinin sürdürülmesi gerekiyor.
Topluma kazandırılmalı
Cezaevleri mahkumların aslında topluma kazandırılma yeri olmalı. Körü körüne hücreye atılıp, zaman doldurarak içindeki öfke körükleniyor ve intikam alma duygusunu ateşliyorsa bu seri cinayetlerin devamı gelecek demektir. Bu vahşi cinayet sonrası TBMM’de bekleyen şartlı tahliye yasası bir kez daha gözden geçirilme zorunluluğunu ortaya koymuştur. Ülkemizde aşağı yukarı 20-30 yılda bir çeşitli vesilelerle af çıkıyor. Cezaevleri boşalıyor. İlerleyen zaman döneminde daha hacimli olmak üzere dolduğunu görüyoruz. Çoğu da eski mahkumlar. Demek ki, cezaevinde rehabilitasyon sıkıntısı var. Veya da terapi edilemiyorlar. Hangi biriyle uğraşılacak sorusuna cevap vermek zor değil. Her birey devletin sorumluluğu altındadır. Oysa Amerika’da ne şartlı tahliye, ne de af var. Toplu olarak salıverme gibi uygulama görülmemiştir. Belli bir mahkumiyet süresinden sonra mahkumun cezaevi içindeki iyi hali ve davranışları neticesinde gerek bireysel isteği, gerekse cezaevi yönetiminin belirlemesiyle şartlı tahliyeler olabilir. Büyük bir titizlik ve seçicilik içinde gerçekleşen bu tip tahliyeler normal yaşamda da denetime tabidir. Dün işlenen cinayet her yönüyle ele alınarak örnek tutulmalıdır. Tüyleri diken diken eden bu tip seri cinayetlerin günümüzde bir çok örneğine de tanık oluyoruz.
Ankara Kalesi’ne baskın
İstanbul’u bilmem ama Ankara’nın bazı semtleri vardır ki, uyuşturucu deposudur. Sevkiyatın büyük bir bölümü bu semtlerden yapılır. Polis adliye muhabiri de polis de torbacı denilen meslek grupları da bu merkezleri bilir. Nitekim önceki gün 3 bin 500 kişilik polis gücü ile Ankara Kalesi etrafına baskın yapıldı. Didik didik arandı. Yıllardır çözümlenemeyen bu uyuşturucu grubu suç üstü yakalandı. Türk polisi isterse eliyle koyduğu gibi suçluyu bulur. Adalete teslim eder. 50 yılı aşkın bir zamandır adeta merkez haline gelmiş uyuşturucu baronlarının merkezi önceki günkü baskınla imha edildi. Günümüzde gençliğin uyuşturucuya karşı olan ilgisi işte bu baronlarca oluşuyor. Suç, suç örgütlerinin organizasyonu ile oluşuyor. Uyuşturucu başka duyguları da körüklüyor. Adeta bir salgın halinde cinayet, fuhuş, hırsızlık, gasp ve buna benzer suçların işlenmesine neden oluyor. Her şey bir yana asayiş ve huzur ortamı bir yana. Nüfusumuzun büyük bör bölümünü oluşturan bu genç potansiyelimizle geleceğimize umutla bakmak isterken bu filizleri sağlıksız hale getiren, öldüren canilerin peşini bırakmamak gerekiyor. Normal hayatta gerekli sıkı denetimler asla ihmale gelmiyor. Cezaevlerinde ise daha titiz davranıp her mahkumla yakınen ilgilenip rehabilite etmek ulusal bir görev olarak değerlendirilmelidir. Gazetelerin üçüncü sayfasından ana sayfanın manşetine taşınan bu iki örnekten yola çıkarak yaşadığımız toplumda önce asayişin sağlanması gerekiyor.