Osmanlı'da Mutasavvıf Müfessirler...

XIX. ve XX. asırda Osmanlı Devletin'de yetişen mutasavvıfların ekseriyeti ilim ehli olup, 

medreselerde ders vermek, hususi halkalarda ders okutmak, 

camilerde ve tekkelerde halka ders vermek ve muhtelif alanlarda eserler telif etmek gibi ilmî faaliyetlerde bulunmuşlardır. 

Bu faaliyetler içinde Tefsir İlmi'nin ayrı bir yeri vardır.  

Çoğu insanın zihninde, mutasavvıfların ilimle fazla meşgul olmadığı, ilmi küçümsediği gibi 

bazı zanlar yer etmiştir. 

Önceden beri İslam Toplumu'nda, bilhassa da Osmanlı Devleti'nde alimlerin tasavvufa yaklaşımı umumiyetle müsbet olmuştur. 

Zira Ulema ile Meşayıh, Tekke ile Medrese birbirinin rakibi değil, bilakis tamamlayıcısıdır. Zira ilim, takva ile bir kıymet ifade eder. 

Takvasız bir ilim, insanı hakka ve hayra ulaştırmaz. 

Bu sebeple Kuruluş Devri'ndeki Osmanlı medreselerinin ilk müderrisleri ve ilk müfessirlerine baktığımızda hemen hepsinin tasavvuf ehli olduğu görülür.

Hatta ilk Osmanlı şeyhülislamı Molla Fenari, 

ve sonraki bazı şeyhülislamlar tarikat mensubudur. 19. asırda vazife yapan yaklaşık 29 şeyhülislamın 13'ünün bir tarikata müntesib olması, 

birisinin bizzat şeyh olarak resmi makamda bulunması, birçoğunun tekke yaptırması veya tekke hazîresine defnolunması, 

ilmiye sınıfı ile tasavvufi muhitin birbiriyle ne denli kaynaşmış olduğunu gösterir.

Alimlerin en çok rağbet ettiği tarikat Nakşbendilik olmuştur. 

Daha sonra sırasıyla Mevlevilik, Halvetilik ve Celvetilik gelir.

19. asır, tekke, medrese münasebetleri açısından sakin ve uyumlu geçen bir devirdir. 

Nadiren ümmi şeyhlere rastlanmakla birlikte hemen hepsinin zamanın icabı olan eğitim kademelerinden geçtiği, birçoğunun ilmiye payesinin zirvesi olan Rumeli Kazaskerliği'ne çıktığı görülmektedir. 

Şeyhler tarafından telif edilen eserler, 

Tasavvuf'un yanısıra Tefsir, Hadis, Fıkıh, 

Akaid-Kelam, Mantık, Menakıbnameler, 

Mektubat ve Resail, Edebiyat, Alet İlimleri, 

Dil ve Istılah gibi mevzuları ihtivâ etmektedir. 

Ayrıca tercüme ve şerh faaliyetlerine de sıkça rastlanmaktadır.

Mutasavvıfların Tefsir alanındaki hizmetlerini iki ana başlık altında ele alabiliriz;

Tefsir Dersleri:

Ulema ve meşayıh, Cuma, bayram ve diğer günlerde vaaz kürsüsünde sık sık insanlara ayet ve surelerin tefsirini açıklardı. 

Hatta bazıları, camideki ve tekkedeki vaazlarında belli bir tefsiri takip eder, baştan sona okuyup izah ederlerdi. 

Bilhassa ''tasavvuf erbabı'nın'' şifahi tefsir faaliyetlerine çok ağırlık verdiği görülmektedir. 

Mesela Mısrıyye tarikatından Şeyh Abdüllatif Efendi'nin Bursa Ulu Camii'nde, Nakşbendiyye'den Kerküklü Şeyh Muhammed Emin Efendi'nin Ayasofya Camii'nde ve dergahında, 

Nakşbendiyye'den Şumnulu Şeyh Yusuf Efendi'nin Edirne Eski Camii'nde, Nakşbendiyye'den Beşkazalı Osman Zühdi Efendi'nin Çinili Camii'nde, 

Şazeliyye tarikatından Harputlu Abdurrahman Efendi'nin medresesinde, 

Konyalı Ali Behcet Efendi ve Hoca Hüsameddin Efendi'nin haftada bir gün tekkesinde ömrünün sonuna kadar tefsir okuttuğu nakledilir.

Seyyid Muhammed-i Senusi, 1859 senesinde vefat edince mahdumu ve halifesi Seyyid Muhammed 

el-Mehdi ile biraderi Seyyid Muhammed eş-Şerif irşad makamına geçtiler. 

Bundan sonra, İskenderiye'ye yaklaşık üç gün uzaklıktaki Ca'bûb köyü ma'mur hale geldi, 

birçok zaviyeler yapıldı ve her birinde Tefsir ve Hadis dersleri okutulmaya başlandı. 

Nakşi Seyyid Şeyh Süleyman Hace, 

zamanın alimlerinden birçoğuna tefsir ve hadis okutmuştur.

Nakşi şeyhi Trabzonlu Hakkı Efendi'nin halifesi olan ve ilminin çokluğu sebebiyle kendisine ''İlmi'' lakabı verilen Abdürrezzak İlmi Efendi, 

1842-1906 ömrü boyunca Ruhu'l-Beyan'ı elinden bırakmamış, birkaç defa baştan sona tedris etmiştir.

Şifahi tefsir hizmetlerinin bir kolu da Huzur Dersleri'dir. 

Osmanlılar'da 1759'dan 1924 yılında hilafetin kaldırılmasına kadar Ramazan ayında padişahın huzurunda tefsir dersleri yapılırdı. 

Bu derslerin sonuncusu 1341 Ramazanında 

Mayıs 1923 yapılmış, 4 Mart 1924 tarihinde hilafetin ilgası ile birlikte Huzur Dersleri de tarihe karışmıştır. Böylece bu dersler, 

1172'den 1341'e kadar 169 sene devam etmiştir.

Nakşi-Şazili şeyhi Büyük Beyzade Hacı Ali Efendi'ye 1904, intisab eden Abdüllatif Harputi, 

Darulfünun'da İlm-i Kelam muallimi olmuş ve Huzur Hocalığı vazifesinde bulunmuştur.

Derslerin haricinde tefsir ilmiyle farklı şekillerde münasebeti olan mutasavvıflar da mevcuttur. 

Mesela 1922 senesinde Sa'diyye, Nakşiyye ve Rufaiyye tariklarından hilafet alan Hüseyin Sa'deddin el-Örfi Efendi'nin 1922'den sonra Tefsir ilmine şiirle hizmet ettiği söylenebilir. 

Onun şu şiiri manzum bir tefsîr mahiyetindedir:

''Sen rızkını dünyada beşerden umuyorsun

Kafi mi değil nefsine ''bi'llahi kefila''

Aldanma ki alayiş-i dünya-yı deniye

Hubbu's-suver ''kane leke hubbete keyda''

Her kim bu mezahirde Huda'yı göremezse

A'ma olur ukbada ''Ve lev kane basira''

Mani'mi olur vuslata isyan-ı beşer hiç

Kim kalb ü lisaniyle ki dir ''Tübtü nasuha''

Musa bile hayret-zede-i sırr-ı ''Ene'llah''

Her kes olamaz vasıl-ı dergah-ı ''Ev edna''

Ol cah-ı Muhammed kimin idrakine sığmış

Mi'rac-ı Mesihaya da pinhan ''Fe-tedella''

Bir bendesi olsun bu Rasul'ün o nebiler

Aşık ana Yahya da ve İsa da ve Musa!''