Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ın Pakistan, Hindistan ve Çin’e yönelik gerçekleştirdiği kritik ziyaretler, “Yeni Büyük Oyun”da önemli bir dönüm noktasına işaret etmektedir. Bölgede sorunlu ilişkilere sahip her üç ülkeye bir anda gerçekleştirilen bu ziyaretlerin gerek zamanlaması gerekse de Güney Asya ağırlıklı Avrasya jeopolitiği boyutu itibarıyla yol açabileceği olası sonuçlar, hiç kuşkusuz ABD açısından da bir takım “sürpriz” gelişmelere gebe görünmektedir.
Bunlar içerisinde özellikle de Pakistan’a yönelik ziyaretin zamanlaması oldukça dikkat çekicidir. Zira söz konusu ziyaret, Pakistan’a yönelik ABD baskılarının çok boyutlu-eş zamanlı bir şekilde uygulamaya konulduğu, İslamabad’a diz çöktürülmeye çalışıldığı bir döneme denk gelmektedir.
Bu baskıların başında ekonomi, terör ve siyaset üzerinden ülkenin istikrarsızlaştırılması gelmektedir. Pakistan’a verilen yardımlar ve imzalanan 20 milyar dolarlık yatırım antlaşması, bu bağlamda çok önemli bir can simidi olmuştur. Pakistan, bu doğrudan-dolaylı yardımlarla kısmen de olsa rahatlamıştır. Ayrıca, Pakistan’ı komşuları İran ve Hindistan ile karşı karşıya getirmeye yönelik bir takım provokasyonlar (İran’ın Sistan ve Belucistan bölgesi ile Hindistan’da Keşmir’de gerçekleştirilen saldırılar) üzerinden bölgesel bir krizin tırmandırılmaya çalışıldığı bir dönemde bu ziyaretin gerçekleştiğini de göz ardı etmemek gerekir.
Pakistan sonrası iki gün süren ve Hindistan Dışişleri Bakanlığı tarafından “Protokolün kırılarak iki ülke ilişkilerinde yeni bir bölüm başlamıştır” şeklinde ifade edilen Yeni Delhi ziyaretine 100 milyar dolarlık yatırım sözünün damga vurduğunu da burada belirtmek gerekiyor. Selman’ın Hindistanlı Müslümanlara ayrılan hac kontenjanı sayısını iki katına çıkartması da, burada göz ardı edilmemesi gereken bir detay olarak karşımıza çıkıyor.
ABD ve Avrupalı devletleri geride bırakarak Suudi Arabistan’ın en yakın ticaret ortağı olmayı başaran Çin’e gerçekleştirilen ziyaret, en temelde “Modern İpek Yolu”na (Çin’in tabiriyle “Kuşak-Yol”) ve bu bağlamda Pekin’in bölgede yürüttüğü dış politikaya gösterilen ilgiyi hatta daha ötesi desteği resmetmektedir. Muhammed Bin Selman, “Çin-Pakistan Koridoru”na Suudi Arabistan’ı da eklemeyi hedefler görünmektedir. Ekim 2018’de Pakistan’daki Gvadar Limanı’nı Çin’e 43 yıllığına yap-işlet-devret yöntemiyle kiralayan 64 milyar dolarlık yatırım anlaşmasına Suudi Arabistan’ın da dâhil olması bu açıdan oldukça önemli bir gelişme olmuştur.
Bu hamle, dolayısıyla Veliaht Prens Selman’ın 2030 Projesi’nin en önemli sacayaklarından birini oluşturmaktadır. Nitekim Rabia Yasmeen de bu tespiti şu ifadesiyle teyit edenlerden: “Bu ziyaretin, Çin'in Bir Kuşak Bir Yol İnisiyatifi ve Suudi hükümetinin Suudi Vizyonu 2030 girişimini nasıl kullanabileceği konusunda ekonomik açıdan daha bereketli sonuçlar getirmesi bekleniyor.”
Bu gelişme, aynı zamanda “Çin-Pakistan-Suudi Arabistan Koridoru” üzerinden yeni bir eksen inşası olarak da değerlendirilebilir. Özellikle de son dönemde bölgede artan “Hindistan-Afganistan-İran Koridoru” eksen oluşumuna karşı dengeleyici-tamamlayıcı boyutuyla önemli bir hamle olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla burada Suudi Arabistan açısından İran’a karşı bir tutum ön plana çıkarken, Riyad Hindistan’ı göz ardı etmediğini de ortaya koymakta ve bölgesel politikalarda Çin-Hindistan bağlamında bir dengeyi de sağlamaya çalışmaktadır. Bu denge siyasetinin aynı zamanda Pakistan’ı rahatlatıcı boyutunu da göz ardı etmemek gerekiyor.
Diğer taraftan Çin’in bölgede bir “Kuşak-Yol İşbirliği/İttifakı” arayışı içinde olduğu da bilinmektedir. Bu arayış, bölgede krizden ziyade işbirliğini esas alan bir politikaya işaret etmektedir. Zira Çin, Ortadoğu ve Afrika’ya bu koridor üzerinden çıkmayı hedeflemektedir. Bu da, bölgede Suudi Arabistan-İran arasında iktisadi-ticari temelli bir çıkar birliğini esas alan daha pragmatist bir politikayı Pekin açısından kaçınılmaz kılmaktadır.
Riyad-Pekin arasındaki işbirliği, Washington-Tel Aviv’in Suudi Arabistan/Körfez-Pakistan-İran merkezli mezhepsel bazlı “İslam İç Savaşı” oyununu bozmaya yönelik süreçte önemli bir adım olarak da değerlendirilebilir. Buna Tahran’ın vereceği tepki hiç kuşkusuz oldukça büyük bir önem arz etmektedir.
Özetlemek gerekirse, bu ziyaretler şu anlamlara gelmektedir:
1) Suudi Arabistan’daki değişim-dönüşüm süreci sadece iç politika ile sınırlı değildir. Riyad, ABD’den daha bağımsız bir politika izlemek istemektedir ve bu bağlamda dış politikasında dengeye dayalı çok boyutlu politika arayışını güçlendirme kararlılığını ortaya koymaktadır.
2) Suudi Arabistan, bu denge siyasetini sorunlu-rakip ilişkilere sahip ülkelerle de (örneğin, Pakistan-Hindistan, Çin-Hindistan) gerçekleştirmeye ve bu bağlamda bölgede önemli bir istikrar sağlayıcı-arabulucu bir rol üstlenmeye çalışmaktadır. Riyad, Pakistan-Hindistan arasında yeni bir Taç Mahal sürecine bu noktada öncülük ederse, hiç şaşırmamak gerekir. Bu rolün, ABD’nin kenar kuşak politikasına ciddi anlamda darbe vuracağı ya da en azından oyun bozucu nitelikte olacağı açıktır.
3) ABD’nin baskıları devam ettiği takdirde, buna yeni ittifaklarla, dengelerle cevap vereceğini, bu noktada seçenekleri olduğunu göstermiştir. “Kuşak-Yol Projesi” bu bağlamda önemli bir fırsat olarak görülmektedir.
4) “Kuşak-Yol Projesi”, aynı zamanda Suudi Arabistan’ın ekonomik açıdan bekası niteliğinde olan “2030 Projesi”nin hayata geçirilmesi açısından da büyük bir önem arz etmektedir. Bu bağlamda öncelikli olarak Çin-Suudi Arabistan ve bölge ülkeleri arasında istikrarı vaat eden bir karşılıklı bağımlılık inşa edilmeye çalışılmaktadır.
5) Suudi Arabistan, Pakistan üzerinde oynanan oyununu farkında olduğunu ve bu bağlamda bölgedeki en önemli müttefikini kolay kolay terk etmeyeceği mesajını vermiştir. Bu mesaj eş zamanlı olarak Washington’a, Tahran’a ve Yeni Delhi’yedir.
6) Muhammed Bin Selman, Pakistan ziyaretiyle, “İslam Ordusu” noktasındaki politikanın devam ettiğini, bu ordunun temel sacayaklarından birini oluşturan Pakistan ziyaretiyle ortaya koymuştur.
7) Muhammed bin Selman’ın Pakistan, Hindistan ve Çin ziyaretleri “Kaşıkçı Hadisesi”ne ve dolayısıyla ABD’ye verilen bir jeopolitik cevaptır.
Bunların dışında, Muhammed Bin Selman’ın önümüzdeki süreçte Moskova’ya gerçekleştireceği ziyaret, Suudi Arabistan’ın ezber bozan çıkışları itibarıyla hiç de sürpriz olmayacaktır. Zira Suudi Arabistan uzunca bir süredir Rusya’nın Ortadoğu siyasetinde bir denge unsuru olarak yer almasını ve ikili-bölgesel işbirliklerini bu bağlamda desteklediğini devamlı şekilde gündemde tutmaktadır. S-400’ler de bu ilişkinin boyutunun hangi noktalara varacağıyla ilgili önemli mesajlar vermektedir.
Kuşkusuz tüm bu hamleler ABD’nin Suudi Arabistan’a, özellikle de Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’a yönelik hasmane tutumunu daha da arttıracaktır. Önümüzdeki süreçte Suudi Arabistan’a, daha doğrusu Veliaht Prens’e yönelik yeni provokasyon girişimleri, hatta daha önce denenmiş olan ama başarılı olamayan suikastlar ve darbe girişimleri bir kez daha gündeme gelebilir. Veliaht Selman’ın bu ziyaretleri de zaten bu tür olası girişimlere karşı hem kendi pozisyonunu güçlendirme hem de ülkesindeki değişim-dönüşüm sürecini en az maliyetle gerçekleştirmeye yönelik bir ön alıcı hamle olarak karşımıza çıkıyor. Yani Prens, oyunun farkında ve kendi oyununu kuruyor. Bu noktada Suudi Arabistan’ın bölgesel bir ortak stratejik akılla hareket ettiğini de bir son dakika tespiti olarak ortaya koymakta fayda var.