II. Abdülhamid döneminde Tercüman-ı Hakikat, II. Meşrutiyet sonrasında ise Sırat-ı Müstakim dergilerinde yayınladığı dinî, siyasî ve toplumsal yazılarıyla Osmanlı uleması içinde modernist kimliğiyle ön plana çıkan Musa Kâzım Efendi, 1858 yılında Erzurum Tortum’da dünyaya geldi. İlk öğrenimini burada tamamladıktan sonra Balıkesir’e, dedesi Nureddin Efendi’nin yanına, İslamî ilimler tahsili için gitti. Daha sonra İstanbul’da Kazasker Eşref Efendi ve Hoca Şakir Efendi gibi İstanbul ulemasının önemli isimlerinden ders ve icazet aldı. Fatih Camii’nde müderrislik yapmaya başlayan Musa Kâzım Efendi’nin öğrencileri arasında, Tanzimat Dönemi yazarlarımızdan Muallim Naci ve Ahmet Mithat Efendi bulunmaktaydı.
Asıl gayesi Meşrutiyet’i ilan etmek olan İttihat ve Terakki Cemiyeti, bu gayeye ulaştıktan sonra bir bakıma afallamıştır. Bu hazırlıksız yakalanmanın sonucunda Cemiyet meclisin kurulması görevini II. Abdülhamid Han’ın atadığı Said Halim Paşa’ya devretmiş ve kendisi bu meclisi denetleme yolunu tercih etmiştir. Meclisi kurmakla görevli olan Said Halim Paşa, yayınladığı kanunnameye Harbiye ve Bahriye nâzırlarının padişah tarafından atanması maddesini eklemiştir (10.madde). Bu noktada II. Abdülhamid Han’ın şeyhülislâmı olan Cemaleddin Efendi, bu kanuna karşı gelmiş ve II. Abdülhamid Han’ın Kânûn-ı Esâsî’ye riayet etmesi gerektiğini dile getirmiştir. Bunun akabinde İttihat ve Terakki cephesinden yapılan baskılar sonucunda Said Halim Paşa istifa etmiş ve hükûmet kurma görevini Kâmil Paşa’ya devretmiştir. şeyhülislâm Cemaleddin Efendi aynı kanunu koymak isteyen Kâmil Paşa’ya da itiraz etmiş ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin istediği kişinin atanmasını sağlamıştır. şeyhülislâm Cemaleddin Efendi’nin bu kadar etkin olması İttihat ve Terakki yönetimi için bir bakıma örneklik teşkil etmiş ve meşihat makamının siyaset üzerindeki etkisini kullanmaya itmiştir. Bu noktada Musa Kâzım Efendi’nin oynadığı büyük rol karşımıza çıkmaktadır. Cemaleddin Efendi her ne kadar İttihat ve Terakki yanlısı olarak görülse de Sultan’a bağlı bir şeyhülislâm idi. İttihat ve Terakki yönetimi Cemaleddin Efendi’yi şeyhülislâm olarak yanlarına alamadıkları için kendileriyle benzer düşünceleri paylaşan (yenilikçi, modernist) Musa Kâzım Efendi’ye şeyhülislâmlık için davet gönderdi. Musa Kâzım Efendi cemiyetin bu davetini kabul etti ve toplamda beş yıl bir ay olmak üzere dört kez şeyhülislâm olarak görev yaptı.
Musa Kâzım Efendi, izlemiş olduğu siyaset sebebiyle dönemin uleması tarafından birçok kez tenkit edilmiştir. Hattat Musa Kâzım Efendi gibi bir modernistin şeyhülislâm olarak görev yapmasını ve dinin temel kaidelerinin oturduğu zeminin sarsılmasına sebep olacak faaliyetlerde bulunmasını eleştiren kişilerin başında, bir dönem İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olan daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin politikalarını (Musa Kâzım Efendiyi şeyhülislâm makamına oturtmak gibi) eleştiren Mustafa Sabri Efendi gelmektedir (Mustafa Sabri Efendi sadrazam vekilliği yaptığı dönemde onu sürgün etmiştir). Musa Kâzım Efendi’nin eleştirildiği noktaları serdedecek olursak bunu siyasî alan ve dinî alan olmak üzere ikiye ayırmamız gerekir:
SİYASET:
Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere İttihat ve Terakki meşihat makamının etkisini II. Abdülhamid Han’ın riyaseti döneminde fark etmiştir. Bu sebeple yapılacak icraatları meşihat makamından bir destekçi ile kolayca uygulamaya sokabilir ve daha hızlı amaçlarına ulaşabilirlermi. Cemiyetin üyesi olan ve ulema tarafından ilmine söz söylenemeyen Musa Kâzım bu noktada birinci tercih idi. Musa Kâzım Efendi’nin birinci tercih olmasını sağlayan bazı görüşlerine şunlar örnek gösterilebilir:
“…usûl-i meşveret, müsâvât, hürriyet, adâlet gibi insâniyyet ve medeniyyetin üssü’l-esâsını teşkil eden erkân bundan bin üç yüz sene evvel taraf-ı İlâhî’den Müslümanlara ve bütün insanlara bahş olunmuş bir hakk-ı meşrû’dur”
“…Meşrûtiyetin menâfi’inden, kavâ’idinden şer’-i şerîfe muvâfakatinden bahsediyorduk. Yani bu yolda ta’lîmât ve telkînâtta bulunuyorduk. Çünkü biz memleketimizin terakkî ve teâlîsini ancak meşrûtiyyetin te’sîs ve tatbîki ile olacağına kânî bulunuyorduk. O nokta-i nazardan çalıştık…” “…İttihât ve Terakkî Cemiyeti’nin himmetiyle vücûda gelmiş olan usûl-i meşveretin meşrûiyyetinde şüphe yoktur.”
Bu gibi Meşrutiyet yanlısı cümleler kullanarak siyasî bunalım yaşanan bir dönemde cemiyete yöneltilen eleştirilere cevap vermeye çalışmış, ardından cemiyete karşı muhalefette bulunmanın İslâmiyet’le bağdaşmadığını üstü kapalı bir şekilde dile getirmiştir.
Din:
Musa Kâzım Efendi, siyasî demeçlerinin yanında İslamî yenilenme konusunda da dönemin Osmanlı ulemasına aykırı görüşler beyan ederek tepki çekmiştir. O, modern dünyada Müslümanların geri kalmış olduğunu iddia ederek birtakım değişimlerin gerekli olduğunu düşünmüştür. Musa Kâzım Efendi, değişim geçirmesi gereken alanları Şehzadebaşı Kulübü’nde verdiği derslerde dile getirmiştir. Bu derslerde değişimin yaşanması gereken alanları kelâm, mezhepler, medreselerin ıslahı gibi modern çağın ihtiyaçlarına cevap veremediğini düşündüğü mevzularda görmüştür. O, kelâm kitaplarının ihtiyaca binaen ıslahı ve yeniden yazılması önerisini sunmuş; Müslümanlar arasındaki mezheplerin telfîki gibi yeni ve modernist addedilebilecek fikirler serdetmiştir.
Musa Kâzım Efendi’nin hayatında dikkat çeken bir diğer nokta ona yöneltilen masonluk iddiasıydı. O, kendisine yöneltilen iddialara Tanin Gazetesi’nde cevap vermiş ve bulunduğu makamın ulviyetini korumak gayesi ile yazısını neşrettiğini dile getirmiştir. Yazıdan bir kesit vermeden önce ona yöneltilen bu iddiaların ideolojik olmaktan ziyade siyasî bir zeminde cereyan ettiğini söylememiz gerekir. Öyle ki Musa Kâzım Efendi, bu tartışmaların kendisinde oluşturduğu etkiler sebebiyle meşihat makamından istifa edecektir.
“…Din-i İslâm’a muhâlif olup da bana isnâd olunan herhangi bir mezheb veya mesleği kemâl-i şiddetle reddeder ve selâmet-i memleket ve sıyânet-i diyânet nâmına bu gibi tesevvülâta aslâ ehemmiyyet vermemelerini ve o gibi ebâtılı bütün kalbleriyle, lisanlarıyla reddeylemelerini bilcümle ahâlî-i İslamîyyeye tavsiye eylerim…”
Musa Kâzım Efendi, Mustafa Sabri Efendi’nin şeyhülislâm olduğu dönemde, I. Dünya Savaşı’ndan sonra İttihat ve Terakki Cemiyetinin ileri gelenleri ile birlikte yargılanmış ve on beş yıl kürek çekme cezasına çarptırılmıştır. 1920 yılında sürgün edildiği Edirne’de vefat etmiştir.