MURAT Yetkin başarılı bir gazeteci. Kitap da yazıyor. Son yazdığı kitabın adı 'Meraklısı için casuslar.' Okumadım. Ama Hürriyet gazetesinden İpek Özbey'e verdiği röportajda Süleyman Seba ile ilgili sözlerine takıldım.
Diyor ki Yetkin;
"Seba, 1954'te alınmış MİT'e. Aynı yıl Beşiktaş'ta futbol oynamayı bırakmış. Avcıoğlu-Madanoğlu örgütü içine yerleştirilen Kaynak'ın vaka subaylığını yaptığı dönemde, İstanbul MİT Bölge Daire Başkanlığı'nın 'kontrkomünizm' yani Komünizmle Mücadele şubesinin önemli bir memuru."
Süleyman Seba'nın MİT'te çalıştığı bir sır değildi.
Ama öyle sağda solda "Ben MİT'teyim" demezdi, "Daireye gidiyorum, dairedeyim" gibi ifadeler kullanırdı.
Hem ortada bir yanlışlık var. Süleyman Seba MİT'te çalışmak için bırakmadı futbolu. O yıllarda futbolcuların korkulu rüyası olan menisküs ameliyatı geçirdiği için bıraktı. Bırakır bırakmaz da MİT'e başlamadı. Aklından bile geçmiyordu bu. Önce bir okul arkadaşının aracılığı ile Et Balık Kurumu'nda memurluk yaptı. Bir buçuk yıl sonra da MİT'te önemli görevlerde bulunan çocukluk arkadaşı Mesut Arda'nın önerisi ve ısrarıyla Et Balık'tan istifa edip, MİT'e girdi.
Faik Gürses'le birlikte hazırladığımız "Süleyman Seba. Eski dostlar, anılar" kitabında Mesut Arda o günleri anlatılıyor. Kitapta ayrıca yaşamı boyunca etrafında olan dostlarının nice anıları da var. Merak edenler D&R mağazalarında ve Vodafone Park'ın altındaki Kartal Yuvası mağazasında kitabı bulabilirler.
Ayrıca Beşiktaş'ın ve Türk futbolunun efsane ismini anacaksanız eğer, sadece "MİT"le geçiştiremezsiniz adını. İnsanlığını da anlatmalısınız. Vatanseverliğine vurgu yapmalısınız. Atatürkçü kimliğini unutmamalısınız.
Süleyman Seba'nın kaç çocuk okuttuğunu biliyor musunuz?
Kaç genci sokaktan kurtarıp, topluma kazandırdığını, "İyi insan olunmadan iyi Beşiktaşlı olunmaz" diyerek kaç kişiye doğru yolu gösterdiğini... Tribün terörünün bitmesinin en büyük nedeni olduğunu... MİT'te olduğu için değil, Süleyman Seba olduğu için taraflı tarafsız herkes tarafından saygı duyulduğunu... Diğer kulüplerin yöneticilerinin, başkanlarının, taraftarlarının onu nasıl andıklarını... Başkanlığı bırakmasından sonra bile "Eski dostlar" sofralarının dolup dolup boşaldığını, diğer kulüp yöneticilerinin bile yanından ayrılmadığını...
Eskiler tanıyor da Süleyman Seba'yı...
Ama gençler ne kadar bilebilir ki? Onlar yazılanlardan veya anlatılanlardan tanıyacak. Ama sadece casus diye anarsanız... Hatırasına saygısızlık olmaz mı bu?
Şimdi "Süleyman Seba, eski dostlar anılar" kitabından bir bölüm aktarayım size... Şu anda yönetim kurulu üyesi olan Süleyman abinin çok sevdiği isimlerden Ahmet Kavalcı anlatıyor:
* * *
Süleyman abi bir gün beni aradı.
- Ahmet, dedi; yarın akşam İzmir'de bir düğün törenine katılmam lazım. İşin yoksa eğer beraber gidelim.
- Emrin olur abi. Hay hay.
- İyi o zaman. Sabahtan bana gel eve, oradan gidelim.
- Tamam abi.
Sabahtan oturduğu apartmanın önündeydim. Dediği saatte o da indi. Ve çıktık yola.
Yolda bir kaç kez mola verdik zorunlu olarak. Her durduğumuz yerden de güçlükle hareket ettik. Çünkü Süleyman abi arabadan iner inmez hücuma uğruyordu. Etrafı bir anda çembere alınıyor, insanlar fotoğraf çektirmek ve imza almak için birbirleriyle yarışıyordu.
Bu nedenle de yol uzadı da uzadı.
Akşam üstü Manisa'dan geçerken Süleyman abi saatine baktı;
- Ahmet, dedi; düğüne geç kalacağız galiba. Çok da ayıp olacak.
- Ne diyorsun abi? Ben seni geç bırakır mıyım? dedim ve bastım gaza.
Öyle de basmışım ki, uçacağaz neredeyse! Tam İzmir görünmüştü ki, rampa aşağı inerken bir baktım yolun kenarında trafik polisi... Yakalanmıştık! Durdurdular bizi.
Ben arabayı kenara çektim ama içimden;
- Nasıl olsu polis şimdi Süleyman abiyi görür, bizi bırakır, diyorum.
Polis geldi, camı açtım. Bana;
- Beyefendi, dedi; çok hızlı gidiyordunuz. Radara girdiniz. Ehliyet ruhsat lütfen!
Torpidoya doğru eğildim ki ne göreyim! Süleyman abi güneşliği indirmiş, eliyle de yüzünü kapatıyor. Ben "Polis görse de ceza yemesek" diye düşünüyorum, o tanınmak istemiyor!
Polis benimle konuşmak için eğildikçe, o gözünü falan kaşımak bahanesiyle yüzünü daha da çok kapatıyor.
O sırada kenardaki polis arabasının içinde duran amir birden indi ve bize doğru koşmaya başladı.
- Ne oluyor yahu! dememe kalmadan Süleyman abinin tarafındaki kapıyı açtı. O oturduğu yerden Süleyman abiyi tanımıştı!
- Başkanım, diye bağırdı; Süleyman başkanım... Baba! Ver o mübarek elini öpeyim!
Süleyman abinin eline sarıldı, ille de öpecek!
Süleyman abi;
- Estağfurullaf, diyor öptürmemek için direniyor.
Sonunda indi arabadan!
İndi ama elini öptürmekten kurtulamadı. Üstelik benim ehliyet ruhsata bakan polis de koştu o tarafa o da sarıldı eline...
- Başkanım bir merhaba bile demeyecektiniz görmeseydik. Hem de burada bekliyorsunuz boşu boşuna...
- Olur mu öyle şey yahu! Beni tanıyınca ceza kesmeyecektiniz! Bu olmaz. Biz suç işlediysek cezasını da çekmeliyiz. Siz de görevinizi yapmalısınız!
Adam cezayı unuttu! Süleyman abi zorla kestirecek!
Bir başka polis de diğer çevrilen arabalara ceza kesiyordu. O da bıraktı işini, Süleyman abiye koştu. Çevrilen arabalardaki sürücüler ise "Fırsat bu fırsat. Ceza yemeden kaçalım!" demek yerine indiler, onlar da geldiler...
Süleyman abinin elini öpen öpene!
Bu sırada bizi çeviren polis dönüp de bana;
- Kardeşim, dedi; yanında koskoca Süleyman Seba var. Niye bu kadar süratli gidip de mübarek adamı tehlikeye atıyorsun, diye çıkışmaz mı!
- Memur bey, Süleyman beyin bir yere yetişmesi lazım da... Geç kalmayalım diye...
- Nee! Bunu daha önce söylesene!
Hemen polisler birbirleriyle konuştular, arkasından dubaları falan topladılar ve...
- Nereye gideceksiniz?
- Büyük Efes Oteli'ne...
- Tamam, takip edin bizi...
Süleyman abi;
- Gerek yok çocuklar. Siz işinizi yapın. Etmeyin, eylemeyin! dese de... Dinleyen kim?
Açtılar sireni, geçtiler öne... Biz de arkasında... Ceza yemekten kurtulan diğer araçlar da arkamızda... Son sürat girdik İzmir'e... Otelin önüne öyle bir gelişimiz var ki; yer yerinden oynuyor! Herkesin gözü bizde. Önce polis arabası durdu, arkasında da biz.
Memur bey koşarak geldi, Süleyman abinin kapısı açtı. Süleyman abi;
- Çocuklar mahçup ettiniz bizi... Teşekkür ederiz, dedi.
Polis ise;
- Olur mu efendim? Görevimiz, buradan bir yere gidecekseniz bekleyelim!
- Yok canım. Buradayız artık. Size teşekkür ederim yine. Sağolun, varolun!
Bu anı benim hayatımda çok önemli bir yer tuttu. Süleyman abinin davranışından, konuşmalarından çok etkilendim.
Koltuk güçlüdür.
İktidarda olduğunda, başkanlık koltuğunda oturduğunda bu şekilde ilgi olabilir. Evet; Süleyman abi de o zaman başkandı.
Ama başkanlığından sonra da gördü aynı ilgiyi ve saygıyı.
İşte bu da onun farkıydı.
* * *
Daha buna benzer ne anılar var Süleyman Seba eski dostlar, anılar kitabında; kişiliğini anlatan...
13 Ağustos 2014 tarihinde ölümsüzlüğe göç etti Süleyman abi.
Hayatını geçirdiği Akaretler'deki Spor Caddesi'nin sonradan Süleyman Seba Caddesi olarak değiştirilen yokuşta ondan vardı binlerce kişi cenazesinde... O nedenle gözyaşı döktüler. Beşiktaşlıların yanı sıra Galatasaraylılar da Fenerbahçeliler de... Trabzonsporlular da, diğer tüm kulüplerinin taraftarları da...
Siyaset dünyası da oradaylı, sanat dünyası da...
Akaretler'de çöp kutularından kağıt toplayanlar da vardı cenazesinde, ülkenin en önemli iş adamları da...
Giderken bu dünyadan diğerine böyle birleştirdi işte her kesimden insanları...
Cebinde taşısa da hep Necip Fazıl'ın şu iki mısrasını;
"Cenazemde olmasın çelengim, top arabam
Tabutumu taşısın dört tam inanmış adam."
Onbinlerce kişi taşıdı naaşını...
Murat Yetkin'in "İstanbul MİT Bölge Daire Başkanlığı'nın 'kontrkomünizm' yani Komünizmle Mücadele şubesinin önemli bir memuru" dediği Seba'yı uğurlayanlar arasında eskilerin en hızlı solcuları da vardı, sağcıların da olduğu gibi...
O herkesin Süleyman Seba'sıydı.
Adını anarken lütfen biraz saygı.