TÜRKÇE, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının resmi dili. Bu ülkede yaşayan insanları bir arada tutan, duygu ve düşüncelerini paylaşmakta araç olan Türkçe milli dildir de. En az nüfusun yarısı kadarının da ana dilidir. Türkçe de diğer yaşayan diller gibi, değişen, başka dilleri etkileyen ve başka dillerden etkilenen bir dil, lisandır. Her millet ferdi, resmi dilini de, milli dilini de, ana dilini de doğru ve güzel kullanmak, konuşmak, yazmak ister. Çünki bu, anlaşmanın, milli hedefin benimsenmesinin, bir ve birlik olmasının güvencesidir.

Devletler bu amacı gerçekleştirmek için okullarda, halk eğitim merkezlerinde, örgün ve yaygın eğitim kurum ve vasıtaları ile eğitim ve öğretim verir. Okullarda Türkçe, Dil ve Edebiyat dersleri verildiği gibi, yaygın eğitimlerde ve özel eğitimlerde de hitabet dersleri verilir. Hitabet, hitap, hatip, hutbe dersleri kelimeleri güzel telaffuz etmeyi de ondan önce sözlük çalışması yaparak kelimeyi öğrenmeyi de hedefler. İmam Hatip Okulları’nın bin bir emekle kurulduğu yıllarda, bu okullarda hitabet dersleri vardı ve çok önemliydi.

Çünkü mezun olunduğunda cami kürsüsünden halka hitap edilecekti. Bilinen kelime sayısı ne kadar çoksa, telaffuzu ne kadar nitelikli ise verilecek dini bilgiler o kadar kolay kavranacaktı. Telaffuz dersleri değil ama hitabet dersleri içinde telaffuz da öğretilirdi. Sonra hitabet dersleri de hitabet kelimesi de günlük hayatın içinde görünmez oldu. Batılılardan diction kelimesi Türkçeye dahil edilmişti.

Fıransızca söylenişi tercih ediliyordu. Kelime Latince idi. Hemen herkesin dilinde diksiyon da diksiyon bolca duyulur oldu. Hemen kendine güvenen daha çok sahne temsil sanatçıları, radyo ve televizyon konuşmacıları, özel dershaneler açarak, özel dersler vermeye başladılar. O saatten sonra radyo ve televizyonlarda konuşmacı olmak için diction dersleri almış olmak bir üstünlük sağladı. Sonra tekrar işler değişti. Nasıl telaffuz ederse etsin, manken hanımlar, modeller, güzel beden yapısı olan hanımlar, biraz da yakışıklı genç beyler işe alındılar.

Radyoda diction dersleri

İşte o dönemlerde çok ünlenen bir konuşmacı (onların ve ağababaları Batılılarca spiker) hanımefendi vardı. O şimdilerde Çinsever bir öbeğin televizyonunda çalışıyor. Televizyonda ve paralel yayın yapan radyosunda diction dersleri vermeye başladı. Kendisini Büyük Türk Dili düşünürü zannederek, ‘Türkçe yazıldığı gibi okunan, okunduğu gibi söylenen, söylendiği gibi yazılan bir dildir’ söyleminin yanlış olduğunu; bir çok kelimenin farklı yazılıp-okunduğunu beyan ederek çok önemli bir açıklamada bulunmuş havasındaydı.

Bir başka hanımefendi daha var bu konuda fikir beyan eden. O da ünlü bir televizyoncu, purogramcı, yapımcı, sinema metni yazarı. Televizyon dizilerinin yazımı ve çekimini gerçekleştiren başarılı bir hanımefendi. O da, halkın ayak takımının, alt tabakanın küçük insanlarının zaaflarını, kurnazlıklarını, yeteneklerini olduğu kadar; sosyete denilen toplumun kaymak tabakasının zaaflarını, riyalarını, yalanlarını, iyi ve kötü hallerini hicveden ve mizah konusu yapan bir hanımefendi. O da bir replikte Türkçenin okunduğu gibi yazıldığı, yazıldığı gibi söylendiği, söylendiği gibi yazıldığını kaydediyordu.

Bu iki hanımefendiden hangisi isabet ediyor denilirse, bana göre ikinci hanımefendi doğru yolda ve isabetli yolda. Çünki milli, çünki doğru. İlk hanımefendi eğitimi ve yaşantısı itibariyle Batılı ve Batıcı. Türkçeyi de Batılı ağababalarının öğrettiği gibi öğrenmiş. Kelimeleri heceleyin ve hece hece yazın. O zaman doğru telaffuza ulaşırsınız. İkinci hanımefendi de Batılı ve belki de Batıcı ama, Türkçeyi de, hayatı da Batılı efendilerinden öğrendiği biçimde algılamıyor. Bir Türk insanı olarak, düşünen, sorgulayan, eleştiren beyinle değerlendirme yapıyor.