İYİ bir düşünce adamı, mütefekkir önce bireyi bilmek, tanımak, kavramak zorundadır. Bireyden sonra aile, eğitim, savunma-askerlik-ordu, güvenlikemniyet, sokak, iş hayatı, devlet-yönetimrejim, uluslar arası ilişkiler, ticaret, istihsalüretim-imalat, tüketim gelir. Keainat, Allah konularında nizami düşünceleri olmayan, bu düşünceleri üretemeyene düşünce adamı, mütefekkir denilemez. İşte tam da bu alanda insan kıtlığı var. Düşünce adamı kıtlığı olunca, onların etkilediği-ürettiği insanların hizmet vereceği alanlarda da adam kıtlığı (Kaht-ü rical) büyüdükçe büyüyor. Bireyi tanımak, bilmek, incelemek, araştırmak alanları var.
İnsanın var edilişinin en temel bilgileri vahiyde bulunuyor. Bireyin sadece var edilişinin değil, nasıl yaşaması gerektiğinin de ilkeleri veriliyor vahiyde. Ama o alanı din-ilahiyat insanlarına bırakmak daha doğrucu bir davranış olur. Bireyin bilinmesi, tanınması, anlaşılması her dönemde önemli kabul edilmiştir. Sen kendini bilmezsen, ‘Bu nasıl okumaktır’ mısralarında Yunus Emre de bireyin bilinmesiyle ilgili düşünceleri özetlemişti. İnsanı, tıp alanındaki mütehassıslar, anatomi, beden yapısı olarak derinlemesine inceler. İskelet yapısı, kemiklerin oluşumu, damarlar, sinirler, kan, lenf, et deri, kıkırdak, iç organların tek tek, ayrı ayrı ilim dalı haline getirilmiş. Yine de bütün bu bilgiler ışığında üretilen düşünceler insan için, birey için yeterli olmaz. İnsanın bedeninden başka duygular yumağı var. Davranışları var. Algı yapısı var.
Ten bir kafestir
Hiçbir sebep yokken ölmüş insanlarda bütün organlar yerinde durduğu halde, hiç birinin yaşarken gösterdiği özelliği göstermediği görülür. Göz, kulak yerindedir ama görmez ve duymaz olurlar. Göz görme organı, kulak duyma organı değil mi? Ama görmez ve duymaz. Ten bir kafestir. O kafes içinde, beden içinde var olan öz varlığa ruh demişler. Asıl gören-duyan göz ve kulağı birer araç olarak kullanan ruhtur denilmiş. İşte bu noktada beden ve ruh ikilemi ile karşı karşıya kalınır. Yetmez. Ruhu olan, bedeni olan ama düşünemeyen insanlar var. Demek oluyor ki, beden ve ruhtan başka, kafatası içinde bir beyin var. Ama beyin az veya çok çalışabilir.
Beynin çalışmasına da düşünce denilmiş. Beden-ruh-beyin yanında düşünme niteliği var bireyin. Bireyin her tadı tatmak isteği var. Bu istek insanı maskara edebilir, soytarı edebilir. Buna ‘nefs’ denilmiş. Nefiste onur yoktur. Aşağılıktır, Sadece tat-haz peşindedir ve bunu elde etmek için her durumu kabul eder. İnsanın bir de kendine biçtiği değer var. Buna çok çağdaş deyimle özgüven adı verilmiş. Bütün dinlerin ıstılahında, kullanımında olan kelime ise benlik, enaniyet duygusudur. Gariptir ki, enaniyet nefsin tam tersine adeta beyefendidir. Her hareketi kendine yakıştırmaz. Bu bana yakışmaz diyerek bir çok hazdan uzak kalır. Tam burada yine bir ikilemle karşı karşıya kalınır. Nefse uymak vahiy ilkelerine göre aşağılık davranış biçimidir. Ama o hazlar için gösterilecek tavırları kendisine yakıştırmayarak uzak kalan özgüven, benlik, kendini beğenmişlik de, enaniyet de vahiyle kınanmış bir duygudur.
Önce kendini bilmeli
Birey bebek, çocuk, ergen, genç, yetişkin, olgun, yaşlı olduğunda, anne-baba, amca-dayı, ağabey-kardeş, anneanne-dede olduğunda da, kan bağıyla bağlı olduğu bireylere karşı bir kişilik sergilediği gibi, öğrenci,işçi, memur, amir, yönetici, doktor, amele olduğunda da, dini inancıyla, ahlaki kabulüyle, siyasi tercihiyle de, tutkuları ile de başka özellikler sahibi olarak incelenmeye değerdir ve incelenir. Ne kadar çok ilim dalı var bireyi inceleyen. Ama yine de felsefe başka açıdan, din başka açıdan, ilim ise başka açıdan bireyi incelemeye devam edecek. Kişi önce kendini bilmeli. Yani bireyi bilmeli. Çünki İlahi son kitap oku emriyle, önce Kur’an’ı sonra Kur’an’ın işaret ettiklerinin okunmasını tebliğ eder. Kuran, insana, evrene ve Allah’a işaret eder. İyi bir düşünce adamı insanı, evreni, Allah’ı çok iyi bilmeli, okumalı, düşünmelidir.