Göç olgusu, insanlık tarihi boyunca toplumların şekillenmesinde ve kültürel kimliklerin oluşumunda önemli bir rol oynamıştır. Özellikle Türk edebiyatı, göçün yarattığı toplumsal ve bireysel dönüşümleri, kimlik ve aidiyet arayışlarını modern hikayelerle derinlemesine işlemiştir. Son yüzyılda yaşanan iç ve dış göç dalgaları, sadece coğrafi hareketlilikle sınırlı kalmamış; insanların ruhunda, kimliklerinde ve aidiyet duygularında da derin izler bırakmıştır. Bu nedenle, göç teması, Türk edebiyatının en çarpıcı ve çok yönlü temalarından biri olarak öne çıkmaktadır.

Türk edebiyatında göç teması, Tanzimat Dönemi’nden bu yana işlenmekle birlikte, özellikle Cumhuriyet sonrasında büyük bir ivme kazanmıştır. 1960'lı yıllarda Avrupa'ya, özellikle Almanya'ya başlayan işçi göçü, modern Türk hikayeciliğinde derin izler bırakmıştır. Fakir Baykurt’un “Tırpan” ve “Yüksek Fırınlar” gibi eserlerinde, Almanya’ya göç eden Türk işçilerinin yaşadığı kültürel şok, yabancılaşma ve kimlik mücadelesi etkileyici bir şekilde anlatılır. Baykurt, eserlerinde, gurbet ellerde hayata tutunmaya çalışan Türk işçilerin hem yeni bir dünyada var olma mücadelesini hem de kendi kültürel değerlerini koruma çabalarını yansıtır.

Daha yakın tarihlerde, göçmenlik ve kimlik arayışları teması, Ayfer Tunç, Elif Şafak, Hakan Günday, Sema Kaygusuz gibi çağdaş yazarların eserlerinde de güçlü bir şekilde işlenmiştir. Elif Şafak’ın “Mahrem” ve “Araf” gibi romanlarında, göçmenlik deneyimi, yabancı bir toplumda var olma mücadelesi ve kimlik bunalımları etrafında şekillenir. Şafak, bu eserlerinde, Doğu ile Batı arasındaki kültürel çatışmaları, göçmenlerin ikili hayatlarını ve aidiyet krizlerini incelikle işler.

Göç temasının edebiyatta bu kadar geniş yer bulmasının nedeni, göç olgusunun insan hayatında yarattığı çok katmanlı etkilerde saklıdır. Göç, sadece bir yer değiştirme değil, aynı zamanda yeni bir hayat kurma, eskiyi geride bırakma, yeni bir kimlik oluşturma ve bu süreçte bir yere ait olma duygusunu yeniden tanımlama mücadelesidir. Bu bağlamda, Türk edebiyatında göç teması, bireyin hem kendisiyle hem de toplumla olan ilişkisini sorgulayan bir araç haline gelir. Göçmen karakterler, çoğunlukla iki dünya arasında sıkışıp kalmış, bir yandan eski kimliklerini korumaya çalışırken, diğer yandan yeni dünyaya ayak uydurma çabası içinde olan figürler olarak karşımıza çıkar.

Bu bağlamda, Ayfer Tunç’un “Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi” adlı romanı, Türkiye’nin modernleşme süreci ve bu süreçte yaşanan toplumsal dönüşümleri göç olgusu üzerinden inceler. Tunç, Anadolu’nun köylerinden büyük şehirlere göç eden insanların değişen hayatlarını, adaptasyon süreçlerini ve kimlik krizlerini ustaca betimler. Eserdeki karakterlerin her biri, aidiyet ve kimlik arayışı içinde, kendi içsel yolculuklarını yaşarken, modern Türkiye’nin sosyolojik portresini çizer.

Göç, edebiyatta sadece bireysel deneyimlerin değil, aynı zamanda toplumsal dinamiklerin de bir yansımasıdır. Göçmenlerin hikayeleri, bir toplumun kültürel ve sosyal yapısının nasıl değiştiğini, yeni değerlerin ve kimliklerin nasıl oluştuğunu gözler önüne serer. Bu nedenle, göç teması, Türk edebiyatında modern hikayelerin merkezinde yer alır ve toplumun belleğinde kalıcı izler bırakır.

 Edebiyatımız, göçmenlerin hayatlarından kesitler sunarak, okurlara sadece bir göç hikayesi değil, aynı zamanda insan olmanın, bir yere ait olmanın ve kimlik arayışının evrensel hikayesini de anlatır. Bu hikayeler, göçün yarattığı derin dönüşümleri ve insan ruhundaki izlerini anlamamıza yardımcı olurken, aynı zamanda kültürel kimliğimizi ve aidiyet duygumuzu da yeniden tanımlamamıza olanak tanır.