TÜSİAD Başkanı sayın Erol Bilecik çok takdire şayan bir insandır. Konuşurken, karşıt şeyler söylerken bile karşısındakini kışkırtmıyor. Çok izlenen televizyonun haber kanalında misafirdi. Dikkatimi çeken bir söz söyledi. Çok önemli şeyler söyledi ama, ben bu söze kilitlendim. Ağzımızdan çıkan her sözden mesulüz, ama susmanın da bir vebali var dedi. Şehir ve Kültür Dergisi’ndeki yazımda ‘Yazmanın vebali’ başlığını kullanmıştım. Şimdi bir de susmanın vebali başlıklı yazı yazmak kaçınılmaz oldu. Hemen belirtelim ki, dini kaynaklarımızda ‘haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’ gibi bir kural var.
Haysiyetle yaşamak
Aslında haysiyetle yaşamak, onurlu olarak yaşamak çok kolay değildir. Pahalıdır. Bir başka dini bilgi var dağarcığımda. ‘Ahir zamanda din, avuçta tutulan kor gibidir’ istiaresi var. Haksızlık karşısında susmayanın başına neler geldiğini anlatan milli bir anlayışımız ve sözümüz var. ‘Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar’. Atasözleri, deyimler, istiareler, teşhisler, benzetmeler, intaklar edebi sanatlar arasında yer alan bir çok güzellik bin yıllardan beri, imbikten süzülen hakikatlerdir. Kolay söylenmiş alelade sözler değildir. Çok insan tanırım, hiç seveni yoktur. Onları izlerim ve acaba neden bu adamları seven yok ya da az diye. Uzaktan izlediğim için, o kişinin bundan haberi de olmaz. Zaman içinde görürüm. O adamlar söyledikleri zaman doğruyu söylerler ve sustuklarında hayır söylemenin imkanı kalmamıştır. Yine dini dağarcığımızda yer alan bir başka Nebevi düstur var. ‘ya hayır söyle, ya da sus’.
Safını belli et
‘Ya iyi şeyler söyle ya da bir şey söyleme’ diyor manevi akıl, ama Erol bey de bütün ulular gibi susmanın vebali var diyor. Dilsiz şeytan olmak tehdidi de az bir tehdit değil. Ama susmak bile yetmeyebiliyor kimi zamanlar.’ İlla da bir şey söyle safını belli et’ diye tutturanlar var. Ona demek isterim ki, aziz kardeşim toplumda çok çeşitli inanç, düşünce, zan, kabul ediş var. Senin sandığın gibi iki taraf yok. Beni illa senin karşı olduğun cenaha, ya da bulunduğun cenaha dahil etme. Ben ikinizden de değilim deseniz de anlatmak mümkün olmuyor. Söylemek zaten pahalı, susmak ondan da pahalı. Evet, yazmanın bedeli var. İnsan ağzından çıkan sözden, kaleminden çıkan kelimeden sorumludur ama şimdilerde, hatta her dönemde susmak da ne anlama geldiği belli olmadığı için söz ve kelime kadar ürkütücü oluyor ve insana mesuliyet yüklüyor.
Hakikati gizlemek
İnsanlar düşündüklerini, inandıklarını söyleyemiyorsa susacak. İpin ucunu elinde bulunduranlar herkesin susmasını memnuniyet ifadesi olarak kabul edecek ve yaptıklarını artırarak devam ettirecekler. Köşe başını tutmuş olan yetke sahiplerine yakın olanlar, evlerine daha çok ve daha rahat nafaka taşımak için bağlı oldukları güç sahibine hep pembe levhalar gösterecekler. Yalan söyleyecekler, yalan bir pembe dünya gösterecekler. Yetke sahipleri o kişileri çok sevecek ve hep yanında tutacak. Birbirlerini ikbal ve hoşlama zehriyle zehirleyecekler. Aslında birbirlerine kötülük edecekler. Susmanın vebali işte burada ortaya çıkacak. Hakikati gizlemek, ifadeden kaçınmak olan susmanın vebali burada ortaya çıkacak.
Söyleyen sevilmiyor
Zor be kardeşim, söylemek zor, susmak zor. Haysiyetli kalmak, onurlu yaşamak zor. Söyleyen bedel ödüyor, susan bedel ödüyor. Dilsiz şeytan olmamak pahalı bir değer. İnsanlara, güç sahiplerine gözünün üstünde kaşın var demek bile bir ödeme ile karşı karşıya bırakıyor insanı. Vermeyi sevmeyen zenginler, ya devleti, ya çalışanı sömürüyor. Sonra da beş vakit namazını göstere göstere kılıyor. Geçene keçi bağlatıyor, ücret ödemeden insanların emeklerini emiyorlar, ama bir karşı cinsle çıktığında binlerce lira harcayabiliyor. Sonra dinden-imandan söz ederek siyasi ikbal peşinde koşanlara hakikati söylemek çok da kolay olmuyor. En azından söyleyen sevilmeyen adam oluveriyor.