Dr. İbrahim Karataş, 2013 Mısır darbesi ekseninde Türkiye-Mısır ilişkilerinin dününü ve bugününü AA Analiz için kaleme aldı.

***

Arap Baharı'nda halk devriminin gerçekleştiği ve fakat devrimin karşı askeri devrimle etkisiz hale getirildiği Mısır’la Türkiye’nin ilişkileri son 9 yıldır dondurulmuş vaziyetteydi. Darbelerden çok çeken Türkiye Cumhuriyeti’nin Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti hükümeti, 2013 yılında Abdulfettah es-Sisi tarafından, İhvan grubunun (Müslüman Kardeşler) desteklediği seçilmiş lider Muhammed Mursi’ye yapılan darbeye karşı çıktı ve cunta yönetimiyle olan ilişkilerini en alt düzeye indirdi. İlişkilerin kısmi de olsa tekrar canlanmaya başlaması sadece 2 yıl öncesine gidiyor. Ancak 18 Kasım’da Katar’ın arabuluculuğunda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Mısır lideri Sisi’nin Doha’da yüz yüze buluşması ilişkilerin yeniden normalleşeceğinin işareti olarak görülüyor.

Her iki tarafın da birbirine karşı tutumunun normale dönmesi farklı kişi ve gruplar tarafından farklı şekillerde yorumlandı. Kimileri bunu bir "u dönüşü" olarak görürken kimileri de normalleşmenin doğru bir adım olduğunu vurguladı. Ancak Türkiye-Mısır ilişkilerindeki gelişmelerin detaylarına inildiğinde meselenin çok daha karmaşık olduğu ve ilişkilerin rotasının ülke liderleri kadar konjonktür ve yeni uluslararası şartlar tarafından da belirlendiği görülebilir.

Sözde demokrasinin savunucusu olarak bilinen Batı ülkeleri, sürecin başından itibaren darbeyi ve Sisi’yi savunurken, Türkiye Mısır’da da halkın iradesini önceleyen ilkeli duruş sergiledi

2013 Mısır darbesinin ardından Batı'nın ve Türkiye'nin tutumu

Arap Baharı, Tunus’tan hemen sonra nüfus olarak Arap dünyasının üçte birine sahip Mısır’a da uğradı ve çok geçmeden Hüsnü Mübarek yönetiminin yerini İhvan grubunun desteklediği Mursi yönetimi aldı. Mısır’da halk iradesinin ve demokrasinin tecellisi olarak görülen Mursi yönetimine Türkiye destek verdi. Desteğin, AK Parti'nin İhvan grubuyla benzer ideolojiye sahip olmasıyla ilgisi yoktu çünkü dönemin AK Parti hükümeti bölgedeki diğer halk hareketlerine de destek vermişti.

Bir yandan da demokrasi ve insan hakları gibi değerlere önem verdiğini ve kendi medeniyetlerini bu değerler üzerine bina ettiklerini söyleyen Batı dünyası da askeri darbelere karşı olduğunu her fırsatta ifade ediyordu. Nitekim Washington’dan Brüksel’e kadar birçok başkent Arap Baharı'nın başlarında Arap halkına olan desteklerini ifade etmişlerdi. Ancak Batılı ülkelerin Mısır Savunma Bakanı Sisi’nin kendisini atayan Cumhurbaşkanı Mursi’yi devirmesine destek vermesi beklenen bir gelişme değildi. Batı'nın darbe yönetimini tanımaması beklenirken, Batı dünyası tam tersi bir şekilde Sisi yönetimiyle ilişkilerini geliştirdi. Öyle ki seçimlerdeki şaibeleri görmezden gelmek, verilen borçlar ve kayıtsız şartsız silah satışına kadar farklı şekillerde destekler verildi. Özetle, Batı dünyası kendi iddia ve söylemlerine rağmen Sisi’nin demokrasiyi lağvetmesinden ve muhalifleri idam veya hapisle cezalandırmasından pek de şikayetçi görünmüyordu. Otoriter rejimlerin kontrolündeki çoğu Arap ülkesi, halk hareketlerinin kendilerine de sıçramasından korkarak (oysa ki sıçrama ihtimali düşüktü) Sisi’nin darbe yapmasından memnun bir tavır sergilerken gerekli desteği vermekten de çekinmedi.

Erdoğan-Sisi görüşmesi ne anlama geliyor?

Sözde demokrasinin savunucusu olarak bilinen Batı ülkeleri, sürecin başından itibaren darbeyi ve Sisi’yi savunurken, Türkiye Mısır’da da halkın iradesini önceleyen ilkeli duruş sergiledi. Bununla birlikte, mevcut durumda Türkiye’nin, Libya ve Doğu Akdeniz’de Mısır’la olası çatışma yaşamamak adına bölgede denge politikası izlemeye çalıştığını gözlemliyoruz. Çünkü mevcut dış politika Libya ve Doğu Akdeniz’de iki ülkeyi sebepsiz yere karşı karşıya getiriyordu. Öyle ki Mısır, bozulan ilişkiler yüzünden Türkiye yerine Yunanistan’la deniz sahası üzerine müzakereler yürüttü ancak Yunanistan’la yapılacak anlaşma Mısır için deniz sahasının bir kısmından feragat etmek demekti. Oysa ki anlaşma Türkiye ile yapılsa her iki tarafın da "mavi vatanı" genişleyecekti. Dolayısıyla Doğu Akdeniz meselesi ilişkilerin normalleşmesini zorunlu kılan bir faktördü. Libya’da ise Mısır, Türkiye’yle inatlaşması yüzünden yanlış/kaybeden tarafta durdu. Bu arada ilişkilerdeki gerilim sadece jeopolitik çıkarlara zarar vermiyordu. Türk şirketleri yıllardır Mısır’a yatırım yaparak ekonomisine katkıda bulunuyordu. Ne var ki ilişkilerdeki gerginlik yatırımlara da yansıdı ve ülkeler arası ticaret azaldı. Oysa son 2 yıldaki kısmi düzelme bile ekonomik ilişkilerin artmasında çarpan etkisi yaptı. Örneğin geçen hafta Türkiye’nin en büyük beyaz eşya üreticisi Mısır’a 100 milyon avroluk yatırım yapacağını duyurdu.

İhvan cephesinin ve Mısır rejiminin sürece yaklaşımları

Türk-Mısır ilişkilerinde belirleyici rolü olan İhvan grubunun normalleşmenin neresinde konumlandığına bakarsak; uzmanlar, ilişkilerin düzelmesinin söz konusu grubu da rahatlatacağını düşünüyor. Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM) Başkanı Prof. Dr. Ahmet Uysal’a göre İhvan ve genel olarak halkın iradesinin yönetime yansıması karşılıklı uzlaşma ve reformla olur. Uysal, Enver Sedat’ın Cemal Abdülnasır’ın aksine İhvan’la iyi ilişkiler kurduğunu, Türkiye ve Katar’ın arabuluculuğunda benzer bir uzlaşmanın Sisi yönetimiyle de olabileceğini vurguluyor. İhvan cephesinden meseleye bakıldığında, iki ülkenin işbirliğinin ülkelerin çıkarları için elzem olduğu, bu sayede Libya ve Doğu Akdeniz gibi bölgelerde güvenlik endişelerini giderebileceği; Filistin davası, Arap ve İslam dünyasının sorunları için birlikte hareket edilebileceği, işbirliğinin global ekonomik kriz karşısında faydalı olacağı gibi hususlar düşünülerek bu yakınlaşmaya destek vermesi sürpriz olmayacaktır.

Mısır zaviyesinden bakıldığı zamansa ilişkilerin yeniden normale dönmesinin gerekli olduğu açıktır. Yukarıda da bahsedildiği üzere Mısır’ın Libya ve Doğu Akdeniz’de izlediği politikalar, kendisine zarar vermesi nedeniyle sürdürülebilir değil. Kazan-kazan gibi seçenek dururken kaybet-kaybet seçeneğine yönelmek akılcı değil ve Sisi yönetimini kendi halkına hesap verilebilirlik konusunda zorda bırakıyor. Dolayısıyla Mısır açısından içine girilen bu sıkışmışlıktan kurtulmanın yolu bölgenin güçlü ülkeleriyle ilişkileri geliştirmek gibi görünüyor. Bu da Türkiye ile normalleşmeyi elzem kılıyor.

Sonuç olarak Türkiye ve Mısır hükümetleri reel politik zeminde, ülke çıkarlarını şahsi görüşlerine önceleyerek ve şartların da zorlamasıyla kazan-kazan prensibine dayalı olarak karşılıklı ilişkilerini normalleştirmeye karar verdi. Bundan sonra, önümüzdeki dönemin, iki ülkenin de söylem ve eylemlerinde belirli bir dikkat ve mesafeyi koruyacağı bir dönem olacağı söylenebilir.