DALGA dalga operasyonlar yapıldı. Gözaltı süreçleri bitmedi. Kumpaslar planlandı. 600 civarında insan üstünde suç ağı örtüldü. 7 kişi öldü. Gizli tanıklar ki çoğunu hala bilmiyoruz, ortaya çıktı. Hayal mahsülu tanıklara ve kanıtlara başvuruldu.
Birçok belge suç unsuru olarak ortaya atıldı. Bunlar sahte ve sanal belge niteliğindeydi ki klasörler dolusuydu.
Genellikle aktif subay ve emekli subaylar hedeflendi. Gözde gazeteciler işaretlendi. Bir çok subay ve general süreç nedeniyle terfi edemedi. Savcı ve hakimlere kadar kara eller uzandı.
Milliyetçi ve Ülkücü gruplar da potansiyel olarak töhmet altında bırakıldı.
6 yıl içerde tutulanlar oldu. Bitmeyen dalga operasyonları ve duruşmalar sonucu arka arkaya hükümler de oluşturuldu. Hapis cezalarıyla insanların aydınlıkları karartıldı.
Ergenekon kelimesi ateş gibi yakar bir deyim haline geldi. Kim kime gıcık, kinli, öfkeliyse "Ergenekoncu" diye ihbar edildi.
Telefonlar dinlendi. Mesajlar okundu. İlişkiler mercek altına yatırıldı. Ucu Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile Profesör Doktor Mehmet Haberal'a kadar uzandı.
11 yıl boyunca işin içinden çıkılamadı. Askeriyenin kozmik odası bile deşifre edildi.
Ateş düştüğü yeri yakar. Acıyı da çeken bilir. Acımasızca insanların üstüne elbise gibi suçlar giydirildi.
İhbar üstüne ihbarlar yapıldı. Kepçe ve dozerler ile kazılmadık yer bırakılmadı. Bedrettin Dalan gibi yaşını almış bir adam kaçak durumuna düştü. Kimbilir kaç can daha kurtaracaktı Profesör Doktor Mehmet Haberal organ nakilleriyle...
Haberal ve Balbay zindanlarda çürümesin diye parlementer yapıldı ki özgür kalabilsinler. Başka çare kalmamıştı. Dursun Çiçek, Tuncay Özkan, İlhan Cihaner gibi isimler de yüce meclis çatısı altına sığınmak zorunda kaldılar.
Bir lider savcısı oldu davanın, diğeri avukatı. Kandırılmadık kimse kalmadı. Bir grup sindi, geri durdu. Diğer grup öne çıktı, dik kaldı.
Zekeriya Öz gibi savcılar haşa huzurdan Tanrı gücü edasıyla kasım kasım kasılarak poz verdiler resmi törenlerde.
Kendilerine liberal diyen gazeteciler ile sözde aydınların verdiği destek sonucu ortada ne kadar umut verici insan varsa kelepçeyi yedikleri gibi değersizleştirildi.
Türkan Saylan gibi önderler hasta yataklarında cehennem azabı çekti. İlhan Selçuk'tan 80 yıllık geçmişinin intikamı alındı. Korku salındı ortalığa. Vatan Caddesi'ne TV yayın araçları dizildi arka arkaya... Rektörler, dekanlar başlarına bastırılarak araçlara bindirilip soruşturmaya götürüldü.
Öyle büyük bir organizasyondu ki Atatürkçü, Milliyetçi, Ulusalcı deyimler kullanılamaz hale geldi. Televizyon açık oturumlarında adı geçirilen anlı şanlı isimler yerden yere vuruldu. Arşivlerden çıkan haber ve görüntüler üzerinde yorum ve analizler yapıldı.
Koca 11 yıl... Yani 11 tane 365 gün... Sürece bakın. Değil gün, dakika ve saniyeleri bile acıyla geçen bunca zaman.
Yeniden görülen Ergenekon davası sonucunda savcı son mütalasını verdi:
Ergenekon isimli bir örgütün varlığı tespit edilememiştir.
Boşa geçen 11 yıl. Dön tekrar başa. Kim ne kazandı? Ya kaybedenler? Canlarını, statülerini, hayallerini, varlıklarını, geleceklerini, umutlarını yitirenler?
Politikamız bundan ders aldıysa 1960'lar, 1971'ler, 1980'ler gibi, feda olsun.
Ders almadılarsa yazıklar olsun.
Yüzlerce kitaba konu olan böylesine uydurulmuş bir örgüt ile terör mücadelesine yaşamını adamış insanlar terörist ilan edilirken, intiharlar, kabuğuna çekilenler, başka diyarlara göç eden insanlara ödenemeyecek borçlar kaldı.
Komplo, kumpas, yalan, dolan, tuzak.
Günah diye bir şey var günah. Bu günahı işleyenler yakalarına asılı yafta ile yaşamaya mahkum edilmişlerdir.
Hadi yaşa bakalım şimdi böyle yaşayabilirsen...
Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste...
Boşuna yazılıp bestelenmemiş; adaletin bu mu dünya!