Dünya'nın en: belki de tek"adil olmayan" pazarıdır o…
Kim haketmiş, kim etmemiş ayırt edemezsiniz… Çark döner ve sizin terinize, emeğinize, hatta bazen yeteneğinize bile bakmadan bir yerde durur!
Çarkın durduğu o yer, kaderiniz olur…
Ağlarsınız…
Ya da gülersiniz…
Ya da ya da; hayatınız değişir…
Bir anda olur orada her şey… 
Ne yıllarca verdiğiniz emek, ne yüreğinizdeki tutku, ne yeteneğiniz işe yarar bazen… 
Ve bazen bunların hiç biri tam olmadan, siz "tastamam" oluverirsiniz…
Futbol, dünyanın en adil olmayan, tek pazarıdır…
 
Türkiye, yine büyük bir çekişmenin, büyük bir rekabetin ter kokan heyecanını yaşadı geçtiğimiz hafta sonunda…
Galatasaray da Fenerbahçe de "adaletsiz şansın yanında olduğu" ve adına futbolcu dediğimiz adamlarla çıktılar sahaya…
Kimi arsadan gelmişti, kimi köklü bir eğitimden…
Onlara o formayı giydiren şey, yetenekleri kadar "yaşamadıkları sakatlıklar" belki de, mahalle maçlarını izleyen bir ağabeydi; o kadar…
 
Ne kadar aşıktılar sırtlarındaki formaya; bilmem…
Ne kadar umurlarındadır son dakikada skor tabelası; onu da bilmem…
Hatta ne kadar saygılıdırlar tribünlere ondan da anlamam…
Hatta hatta o akşamın gecesinde el ele, kol kola bir gece kulübünde mi eğlendiler öğrenmek bile istemem…
 
Ama maç bittiğinde orta yuvarlakta yaşananlar bir mahalle kavgasıysa eğer; burada bir eğitim kalitesinden, bir insan "kratından" sözetmek de fazla iyimserlik olurdu gibi geliyor bana…
 
Ardından teknik adamların ellerini rakip futbolcunun gırtlaklarından çekip geldikleri basın odasındaki açıklamaları…
Neresinden tutsanız elinizde kalan merhamet, iyi niyet, ahlak, hatta sporun ruhunda olması gereken hiçbir şeyi barındırmayan açıklamaları…
Şanslı "baldırı çıplak"ların, şanslı saha içi yöneticileri…
 
Bu tabloya tanıklık ettiğinizde bir kez daha anlıyorsunuz ki, tribünlerdeki 40 bin adam; o formalara onlardan daha aşık, onlardan daha saygılı ve onlardan daha bağlıymışlar…
 
O gece futbolseverler, 40 bin kişiyle kuruldukları tribünlerden 1 kişi eksilerek ayrıldılar…
Bir futbol aşığı eksik!..
 
Futbol sanayiinin sayısız dişlilerinden adı "aşk" olanı, Koray'ı koparmıştı yaşamdan…
Günlerdir iple çektiği ve "ziyafet" saydığı o maça gelirken; spor sevdasıyla, futbol tutkusuyla ve Fenerbahçe aşkıyla çarpan genç Koray'ın yüreği, durmuştu…
Sahada futbolun baldırı çıplak şanslı zenginleri, belki de gönüllerine bile koymadıkları o formalarıyla birbirinin gırtlağına yapışırken, onlara "yapmayın" diyordu aslında duran o yürek…
 
"Yapmayın!..
Siz, o renk için o forma için değil, mahalleden gelmiş ruhunuzla, birbirinize saldırırken, beni unuttunuz"
diyordu…
 
Öyleydi çünkü… 
Unutmuşlardı…
Hatta umursamamışlardı bile…
 
Ne sahadaki sokak kavgasının mimarları, ne de kaybettiği 2 puan için ağzından salyalar saçarak öfke kusan saha kenarı yönetmenleri…
Hiçbirinin umurunda değildi…
Henüz bir saat önce susan o futbol aşkıyla dolu yürek, hiçbirinin içindeki mahalle çocuğunu yok edememiş; onları sükunete, hüzne ve insanlığa çekmeye yetmemişti…
 
Aşk, zaten adaletsizdir…
 
Ama futbolun içindeki renk aşkı; hem adaletsiz hem merhametsiz hem de utanılasıymış…
Bunu size öğreten tüm Fenerbahçe ve Galatasaray futbolcularıyla onların sözde "patronu" teknik adamları oldu.
 
Belki de en iyisi, futbolu ve renkleri bu kadar çok sevmemek… 
Hak etmiyorlar çünkü…
 
Dayatma partileri!..
 
 
Yerel seçim sath-ı mailine girdik… 
Partiler karışık, aday adayları telaşlı, Anadolu'nun her kentinden Ankara'ya uzanan yollarda uzun kuyruklar…
Bunlar, işin doğası…
Ya partiler?..
Aslında her biri bir "kitleyi" temsil eden partilerimiz acaba "kitle" ile ne kadar ilgili?..
Hangi parti, kendi kitlesinin ne düşündüğünü merak ediyor sizce?..
Hiç biri!..
Evet hiçbir partimiz, kenti tabanına kulak vermek niyetinde bile değil…
AKP şehirlerde nabız yokluyor ve bunun sonuçlarını genel başkan cebinde saklıyor…
CHP'de göstermelik "yerel seçim sorumlusu" olsa da etkisiz olduğunu herkes biliyor… CHP'de de büyük şehirlerden her ilçeye kadar kararı 4 kurmay verecek…
Öteki partiler de benzer durumda…
Bir tek parti çıkıp da "Ben üyelerimin önüne bir nabız sandığı koyayım… Üyelerim tercihini yapsın ve bu sese kulak vererek aday açıklayalım" demiyor?
Hiçbiri…
Hiçbiri bunu düşünmek bile istemiyor…
Sonuç olarak, adayları partinin genel merkezleri belirleyecek… Kimi partide o isimler bir kişinin dudağı arasında, kimi partilerde de "yuları ele geçirmiş" bir azınlığın elinde…
Sonra bize diyecekler ki, "gidin sandığa bizimkini seçin"
Halkın istediklerini değil, kendi fikirlerini oylatacaklar…
 
Demokrasimizde artık kemikleşen tablo şu…
Bizim kitle partilerimiz yok… Bizdeki partiler seçmene "dayatmayı" demokrasi sayıyor…
Üzücü!..
 
YAZ KENARA
 
Peşinden gidecek cesaretin varsa, bütün hayaller gerçek olabilir! 
(Che Guevara)