Divan Edebiyatında,

Adı pek ön plana çıkmayan şair Sadi,

Ne güzel demiş;

"Geçmiş zaman olur ki,

Hayali cihana değer".

Evet, gönül dostları biz gazeteciler de,

Artık o eskiden sayıldığımız, sevildiğimiz,

Ve de DÖRDÜNCÜ kuvvet olarak,

El üstünde tutulduğumuz GEÇMİŞ günlerimizi arıyoruz.

Düşünün bizim gazetecilik yaptığımız zamanda,

Mesleğimizin bir ağırlığı vardı.

Şimdi ise yönetenlerimiz bize,

"CÜZZAMLI" muamelesi yapıyor.

Halkın gözü kulağı olarak,

Bazı yanlışlıkların duyurulmasına engel olunmaya çalışılıyor.

Bu hale nasıl geldik?

Nasıl getirildik?

Onu bilmek için kâhin olmaya gerek yok.

İktidarlar basını pek sevmezler,

Sevmeyince de hedef alırlar.

Gazetecilik mesleğini de yapanlar DİK durmazlar,

YALAKA medya mensubu haline gelirlerse olacağı budur.

Zamanında bu baskı SEKA kâğıt fabrikası ile yapılırdı.

Şimdi direk olarak iktidarlar tarafından yapıldığı iddiaları var.

Basın doğruyu yazarsa düşman,

Yazmasa ruhsuz,

Yanında yer alırsa yalaka olup çıkar.

Peki, haber veren,

Haberin başında olanlar kimler;

"MUHABİRLER"

Haber yapan, vatandaşı olanlardan haberdar edenler de hep onlardır.

Yani gazetecilerin en aktif olanları, sokakta haber kovalayanları,

Mutfakta bu haberleri öğütenlerle birlikte muhabirlerdir.

Literatürde, gazetecilik KAMU GÖREVİ ile eş tutulmuştur.

Bu sebeple bazı ayrıcalıklara sahip oldular,

Kamu görevini daha iyi yapabilmek için.

Ve biz gazetecilerin bu görevi yaparken en büyük varlığı da;

" BASIN KARTLARI İDİ".

Çünkü gazetecilerin büyük çoğunluğu asgari ücretle çalıştığı için basın kartları,

Avantajlarından dolayı bizim için vazgeçilmezdi ve de elzemdi.

Bu kartlar ile bir zamanlar,

Trenlere bedava biner,

Yolcu vapurlarına bedava biner,

Belediye otobüslerine bedava biner,

THY'de yüzde elli indirimli uçar,

Şehirlerarası trenlerle bedava seyahat eder,

Telefon paralarımızı bile yüzde elli indirimli öderdik.

Pasaport harçlarımızda dahi indirim vardı.

Böylece habere ulaşmada maddi olarak daha az zorlanırdık.

O zamanlar o şairin;

"Hayali cihana değer" dediği zamanlardı.

Basın kartlarına ilk darbeyi,

Gazetesinden binlerce dolar üzerinden maaş olan,

Basın kartına kendi ihtiyacı olmadığı için değerini pek anlayamayan,

 Gazeteci-yazar bir Ağabeyimiz vurdu.

Yazdığı bir yazı sonucunda kartlardaki son avantajlar da elimizden alındı.

"HALKÇI" Ecevit'in talimatı ile

Ekonomik krize en büyük harcama kalemi(!) desteği olarak basın kartları görüldü,

Ve son haklar da elimizden alındı.

Bunu yazan ağabeyimizin basın kartını ihtiyacı yoktu.

Konumu gereği gazeteden şoförle getirilip götürülüyordu.

Yani asgari ücretle çalışmıyordu.

Ancak, sonradan ilahi adalet tecelli etti,

Bu arkadaşımız da o basın kartına ihtiyaç duyacak hale geldi.

Ama atı alan ÜSKÜDAR'I geçmişti.

Ve şimdi dostlar.

Bakanlıklar, Belediyeler bir şekilde basın kartının bütün avantajlarını, bitirdiler.

Basın kartı artık hiçbir işe yaramıyor,

Otobüs ve metrolarda indirim almak için,

Belediye bürolarına basın kartını ibraz edip başvuruyoruz,

Başvuru sonucunda size AKBİL kartı veriliyor.

Ama kart sınırlı fazla sağa sola gidip-gelmek,

Haber peşinde koşmak YASAK.

5-10 defa basınca o günkü hakkını tamamlıyorsun.

Sonrası tabana veya kendi cebine kuvvet deniyor.

İktidarı eleştiren yazıların makul şüphe kabul edilebildiği,

Yaklaşık iki yüze yakın gazetecinin cezaevine girip çıktığı,

İktidarın beğenmediği yazıları yazan kalburüstü yazarların sürüldüğü,

Meslekten el çektirilmeye çalışıldığı,

Sendikalı olmanın işten atılma sebebi sayıldığı,

Mevcut iktidarın medyanın yüzde seksenini kontrol ettiği,

Yandaş olmayana anında vergi memurlarının gidebildiği,

Patronların gazetelerini ihale almak-güç sahibi olmak için kullandığı bir ortamda,

Aslında BASIN kartına da pek ihtiyaç yok.

Vurun abalıya.