1952 yılında Kuzey Atlantik Paktı’na (NATO) katılanTürkiye, üyeliğin getirdiği her türlü sorumluluğu yerine getirse de; aynı karşılığı hiçbir zaman bulamadı. Yazıma rahmetli İnönü’nün 16 Nisan 1964’teki “Müttefikler tutumlarını değiştirmezlerse, Batı ittifakı yıkılabilir... Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur” sözlerini hatırlatarak başlamak istiyorum. NATO’nun 4 Nisan 1949’da kurulmasındaki amaç; barış ve güvenliği korumak, Kuzey Atlantik bölgesinde denge ve huzuru geliştirmekti. Ancak bu sayılanların çoğu gerçekleşmedi. Gerçekleşenlerin büyük bölümü de ABD çıkarları için olanlardı. İttifakı uzun yıllar boyunca sağladığı savunma ve güvenlik teminatlarının yanı sıra ‘Batılı’ kimliğini de pekiştiren bir örgüt olarak gören Türkiye, NATO’ya girmek için yoğun temaslarda bulundu. Bunun en önemli sebebi SSCB’nin Türkiye’den toprak ve boğazların yönetiminde hak talep etmesiydi. Şüphesiz bu da Türkiye’yi NATO’yla ittifak arayışına itti. Nihayet 18 Şubat 1952’de Yunanistan’la birlikte ittifaka dahil oldu. NATO’ya kabul edilmesinde Kore Savaşı’na katılması da önemli bir rol oynadı. Türkiye’nin NATO’ya kabul edildiği günden bu yana zaman zaman krizler de yaşandı. ABD ve NATO ile son yıllarda yaşadıklarımız ise bu kuruluşun bize faydası olmadığını bir kez daha gösterdi.
İlk kriz; Kıbrıs
YIL 1964... Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etme ihtimali beliriyor. NATO’nun neredeyse en önemli üyesi sayılan ABD’den gelen bir mektupla kriz patlak veriyor. ABD Başkanı Lydon B. Johnson’ın yazdığı ve tarihe de ‘Johnson Mektubu’ olarak geçen mektupta olası bir savaşta SSCB’nin de Türkiye’ye müdahale ihtimalini doğuracağı ve NATO’nun böyle bir durumda Türkiye’yi savunma konusunda isteksiz olacağı ima ediliyordu. Böylece Kıbrıs çıkarması engelleniyor.Takvimler 1974’ü gösterdiğinde ise Türk Silahlı Kuvvetleri’nin adaya barışı getirmek için harekete geçmesi kaçınılmaz oldu. Aradan 10 yıl geçmesine rağmen ABD’nin bu konudaki tavrı yine değişmedi; 1975’de Amerikan Kongresi tarafından alınan kararla Türkiye’ye silah ambargosu uygulandı.
Suriye ve Patriotlar
SURİYE’deki iç savaş Türkiye için de büyük tehditler doğuruyordu. 22 Haziran 2012’de askeri uçağımız düşürülmüş, iki pilotumuz şehit olmuştu. Rejime bağlı unsurların muhalif gruplarla çatışması sırasında topraklarımıza sık sık havan mermileri isabet ediyordu. 3 Ekim 2012’de Akçakale’ye düşen top mermisi 5 kişinin ölümüne neden olmuştu. Üstelik Suriye’den gelen tehdit giderek büyüyordu. Türkiye’nin NATO’ya ‘ortak savunma prensibi’ni ve 5. maddeyi hatırlatması kaçınılmazdı. Üst üste gelen olaylar üzerine Türkiye 21 Kasım 2012’de NATO’ya başvurarak Patriot savunma sistemi talep etti. Beklenti, Patriotlar’ın, Suriye’deki tehdit sona erene kadar görev yapmasıydı. Ancak öyle olmadı. O talep doğrultusunda Türkiye’ye konuşlandırılan ABD ve Hollanda füzeleri bir süre sonra geri çekildi. Almanya’ya ait Patriotlar ise 23 Aralık 2015’te İskenderun Limanı’ndan ayrıldı. Böylece Türkiye, Suriye’den gelen hava tehdidine karşı yalnız bırakıldı. Son olarak Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerini almasına dair tartışmalar devam ederken NATO kapsamında ortaya atılan iddialar ise gündemde sarsıcı etki meydana getirdi. Şimdi biz de diyoruz ki Türkiye’de gerçekleştirilen 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 27 Nisan askeri darbelerinin arkasında NATO (ABD-İngiltere-İsrail) vardı.15 Temmuz 2016, CIA kuklası FETÖ’nün darbe teşebbüsü, NATO’nun Türkiye’yi bir işgal harekatını içeriyordu. Türkiye bir NATO ülkesi. Ve fakat Türkiye’ye asıl tehdit NATO şemsiyesi ülkelerinden geliyor. Irak ve Suriye’de, Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Ege’de, İran’a saldırı durumunda hep Türkiye hedefte. Barış Pınarı Harekatı’ndaki tutumu da malûm. Ve de son söz olarak diyorum ki ‘’Elveda NATO’’ demek için zaman yaklaşıyor.