TÜRKİYE’deki ulusal gazetelerin genellikle magazin haberlerine ağırlık verdikleri günümüzde basınımız kan değil gövdesini bile kaybedecek duruma geldi. Sektörümüz her manada sıkıntı içerisinde. Yaşanan kağıt krizine önümüzdeki günlerde yeni sorunların ekleneceğinin işaretleri geliyor. Son yıllarda yayıncılık alanında yaşanan gelişmeler de krizin gerçek yüzünü gösteriyor.
Dünyanın bir dijital devrim yaşadığı günümüzde basın kuruluşları işletme olarak, çalışanlar olarak sürekli kan kaybediyor. Gazeteciler arasındaki işsizlik oranı yüzde 30’ları aştı. Basın ise tekelleşmiş durumda, sadece bazı kesimlerin hizmetinde olanların kazançlarının yolu açılıyor. Ekonomik krizlerin de etkisiyle gazeteler tek tek kapanırken ekim ayında Meclis’e geleceği söylenen Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı Yargı Reformu Strateji Belgesi’nde, gazeteleri de çok yakından ilgilendiren bir madde yer aldı. Belgeye göre yazılı basını ayakta tutan en önemli gelir olan resmi ilan statüsündeki ilanların, yaygın/yerel gazetelerde yayınlanma zorunluluğu kalkacak.
Kağıt ve döviz kurundaki artış nedeniyle zor günler geçiren yazılı basın, şimdi en önemli gelir kaynağı resmi ilanlarda kesinti riski altında. Yüce Atatürk’ün ‘Fazilet adaları’ dediği başta Anadolu olmak üzere gazetelerin büyük bölümü kapılarına kilit vuracak. Eğri oturup doğru yazalım. Bu duruma gelmemizde basın dünyasının, yani bizim suçumuz da büyük.Türk basını,19. yüzyılda başlayan ve Avrupa’nın hiçbir ülkesinde rastlanmayan zorluklar, ilginçlikler ve zaman zaman da trajikomik olaylarla dolu bir serüven geçirmiştir. Bir zamanların, ülke çıkarlarını kendi çıkarlarının önünde tutan idealist, cesur gazeteciler, özgür basın şimdi yerini ‘medya’ ve ‘çıkar gazeteciliği’ne bıraktı. Özgürlük mücadelesi veren bir zamanların basını, günümüzde, kendi içinde çıkar savaşına girmiş durumda. Sağlanan çıkarlar, dolayısıyla her gelen iktidarın borazanı olan ve acınacak duruma düşen basın; haber değil, sansasyonçıkar peşinde koşuyor.
Neler oluyor bize?
BAŞA dönelim... Gazeteciliğin de her beşeri faaliyet gibi -tartışmaya, yeniden tanımlanmaya açık- geçerlilik ve saygınlık ölçüleri elbette olacaktır. Ama ne yazık ki yok. Türkiye’de devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü, devamlılığını her koşulda savunmak ve korumak anayasal bir zorunluluktur. Birey olarak hepimiz ve kurumsal olarak da demokratik erklerin tümü için gerekli olan bu hassasiyet basın; yani medya açısından da önemlidir. Zira, basın; haber verme işlevleri yanısıra daha pek çok toplumsal ve psiko-sosyal işlevleri de yerine getirmektedir. Ancak bugün medyanın her kolu, Türkiye gerçeklerini değil cep gerçeklerini düşünmektedir. Ve şimdi soruyorum. Ne oldu bize? Ne oldu bizim onurlu gazetecilik mesleğine? Bizden öncekilerin büyük sıkıntılarla götürdükleri herkese ve herşeye rağmen doğru bildiklerini yayınladıkları, yazdıkları, haberi haber olarak verdikleri gazeteciliğe ne oldu?
Onlar verdi de bizim nesil mi kötü çıktı da biz alamadık ve aldığımızı dejenere ettik acaba? Artık o kandırmaya ve uyutmaya çalıştığınız halk da kanmıyor. Uyumuyor. Yalnızca sizin ve dolayısıyla genelleme yaparak bizim de değerimiz gün ve gün onurumuzla birlikte eriyip gidiyor. Hayatında Red Kit bile okumamış kişiler gazete yöneticisi olursa bu durum kaçınılmazdı. Ben bugün büyük paralar alarak ekranları işgal eden, köşeleri dolduran çok sayıda kişiyi kusura bakmayın ama gazeteci kabul edemiyorum ve bu kahırlı meslekte hâlâ namusu ile işini yapmaya çalışan gerçek gazeteci arkadaşlarımı alınlarından öpüp kutluyorum. Artık gazetecilikte izlenecek tek yol Ulu Önder Atatürk’ün dediği gibi ‘’Basın milletin müşterek sesi’’ olmalıdır. Olmazsa kendi mezarını kazsın. Zaten de kazmaya başladı. Bir mezar taşı eksik.