İNANÇ adamları, ilim adamları, ahlak adamları, hizmet adamları vardır toplumda. Garip bir tecellidir ki, bu dört ayrı nitelik aynı adamda bulunamıyor.’ Mükemmel insan yoktur’ efsanesini doğrulayan bir durum sayılabilir. Gaziantep’te bir iş adamı vardı. Hiç evlenmemişti. Parası ve olanakları vardı. Hovardalık yapabilir, hayatını dünya zevkleriyle donatabilirdi. Öyle yapmadı. Çok mütevazı bir hayat sürdürdü, ama şehirdeki lokantaları dolaştı kapanış saatinde, tencerelerde kalan birer-ikişer tabak yemekleri topladı. Her gece yarısında onu bir ümitle bekleyen aileler, öksüzler, yetimler vardı. Kamyonetiyle topladığı yemekleri götürüp o zavallı, imkeansız insanlara kepçe kepçe dağıtıyordu. Hiç usanmadı. Takatten düşünceye kadar bu işi hep yaptı. Güzel bir hizmet adamıydı. Ama diğer nitelikleri hangi ayardaydı, onu yalnızca Allah bilirdi.
Aynı çizgide yaşadı
Bir başka ağabey dediğim kişi vardı. Bir iş yerinde günlük ücretle sürekli çalışıyordu. Yani maaş yerine kaç gün çalıştıysa o kadar ücret alıyordu. Çalıştığı iş yeri her yaştan insanın uğrak yeriydi ve eğer parasını kendisi ödüyorduysa günlük ücretinin dörtte biri çay parasını ancak karşılardı. İman adamıydı. Herkesin Allah’a, ahirete, hesaba inanmasını ister, bunun için sohbetlerini o konularda açardı. Hayatı boyunca aynı çizgide yaşadı. Bir başka ağabeyim daha vardı. Melih Gökçek’in de kan bağıyla akrabasıydı. İman ve ahlak adamıydı. Rahmetli oldu yıllar önce. O güzel insan bulunduğu şehirde kendi yaşdaşı olandan büyüklere kadar herkese rehber oluyordu. Çok düzgün ve ahlaklı, imanlı bir yaşama biçimi vardı. 1971 Muhtırasını da yaşamıştım ama o hareketin cemaatlere verdiği zararı görememiş ve çok algılayamamıştım. Çocuktum. 1960 ihtilalinde ise daha ilkokula yeni başlamıştım. 1980 ihtilalini de yetişkin bir insan, öğretmen bir vatandaş olarak yaşadım. Daha sonra 28 Şubat’ı da iyiden iyiye algılayarak izledim. 12 Eylül’de Turgut Sunalp Paşa Ege Ordu Komutanıydı, darbeden sonra siyasete atıldı. Başında fotörü, ağzında piposuyla çağdaş Batılı bir aydındı. Rahmetli Nazım ağabey o paşaya destek çıkarak cemaati bölmüştü.
Darbecilere biat geleneği
Darbeler başarılı olduğunda tüm bürokrat, iş dünyası, ticaret erbabı, üniversite biat eder. ‘İyi ki müdahale ettiniz, daha önce yapmalıydınız’ derler. Bağlılıklarını ifade eder ve yollarına devam ederler. Kenan Evren, başına gelecekleri bildiğinden olmalı, darbeden sonra gazetecilerin, yazarların yazdıklarını toplayıp kitap yapmıştı. O kitapta en vıcık vıcık yazıyı yazanlar bile sonra hiç utanmadan 12 Eylül darbesinin zararlarından söz ettiler. Hayatın cilvesi bu. Talat Aydemir de darbeye teşebbüs etmiş başaramayınca da hayatıyla ödemişti. İşin siyasi boyutu, askeri boyutu, milletlerarası boyutu, iktisadi boyutu ayrı yazıların konusudur.
Din, ahlak, iman ve hizmet
O güzel ahlak adamları, tasavvuf adamları, ahlak ve hizmet adamları, dini hayatında öne alan insanların her darbeden sonra bölündüğünü, başka başka taraftarlıklar oluştuğunu izleyerek kahroldum. Esas olan din, ahlak, iman ve hizmet olmalıydı. Ne darbeler, ne hükümet değişimleri onları ilkelerinden vaz geçirmemeli, bölmemeli, bölük bölük yapmalıydı. Daha önemlisi akçeli işleri öne almamalıydılar. Daha da önemlisi dine, ahlaka, imana, insana hizmet edilmesi meşru ve yüksek hedeflerdir. Bu helal, meşru, yüksek hedeflere gidilirken harama, gayrı meşruya, yasa dışı, ahlak dışı yollara sapılmamalıydı. Hak hedeflere batıl araçlarla ulaşılamayacağı bilinmeliydi. Devleti yönetmek siyasetin işi. Kim devleti yönetirse yönetsin tek beklenti hakkımız var. Adalet. Sivil toplum kuruluşu denilen parası, akarı olan dernek ve vakıflar, yazarlar, ilim adamları, sanatçılar, aydın kesim siyasete fikirler, düşünceler sunabilir. Ama dayatamaz. Siyaset yapanlar insanların düşüncelerini ifade etmesine fırsat vermezlerse, yalnızca kendi akıllarıyla baş başa kalırlar. Halbuki akıl akıldan, özellikle de toplu akıl tek akıldan daima üstündür. Amaç adaletle yönetmekse, görüş sahiplerine özgür ortam sağlamak akıllı siyasetçinin tercihidir.