Kıbrıs'ı unuttuk.

Siyasi çekişmelerden.

AB ile çevremizdeki komşularımız ile kavga etmekten...

Yavru vatanı hatırlamaz olduk.

Ankara'ya sormak lazım;

" Kıbrıs'ta neler oluyor?

 Kapalı kapılar arkasında hangi pazarlıklar yürütülüyor?".

Elbette sorunun cevabı yok.

Varsa da politik geçiştirme.

Özden kaçma.

Yunanlılara kaptırdığımız adaların sayısı her gün arıyor.

Gün geçmiyor ki, Yunanlı subaylar adalarımızda mangal keyfi yapmasın.

Ankara gibi TSK, adalar konusunda sessiz.

Bilinen gerçek, Kıbrıs konusunda da beceriksiz ve kaybeden politikalar ürettiğimiz ve de üretmeye devam edeceğimiz.

Bu köşenin yazarı olarak yavru vatan üzerine oynanan oyunları gücüm yettiğince engellemeye gayret göstereceğim.

Bu aşamada Girne Üniversitesinde öğretim görevlisi olan milliyetçi doçent bir kızımızdan,

Kıbrıs"ın son halini bana anlatmasını istedim.

O da sağ olsun oturup KIBRIS"I satırlara dökmüş.

Anlattıkları, yazdıkları, Kıbrıs"ın, müzakerelerin şu andaki halini bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyor,

Yavru vatanda neler olduğunu bize net olarak anlatıyordu.

Gönül dostlarının bizim büyük davamız Kıbrıs"ta neler olduğunu daha iyi anlamaları için bu vatanperver bu kızımızın yazısını köşeme taşımak istedim.

Okuyalım ve Kıbrıs'ta neler olduğunu anlayalım. 

X

Bölgesel Ateş Çemberi İçinde Kalan Kıbrıs Türkleri

Kıbrıs anlaşmazlığının son noktası gerçekten de Cenevre'de konulacak mı?

Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin, Barış Harekâtından bu yana uluslararası topluma Kıbrıs meselesini bir işgal ve Türk ordusunun adadaki istilası" olarak lanse etme çabaları bitti mi? 

Güney Kıbrıs ve Yunanistan Helenizm ruhu dedikleri "Kıbrıs'ın Yunan hâkimiyetine girme" anlayışı ortadan kalktı mı? 

Peki, bugüne değin Kıbrıs müzakere sürecinde anlaşmaya varılan konular var mı? 

Özellikle de son zamanlarda görüşmeler sürecinde, Garantiler ve Türk askerinin adadan tamamıyla gönderilmesi ön şartı karşısında, Türkiye ve KKTC'nin buna itiraz etmesi, ardından BM Genel Sekreteri'nin devreye girerek 4 Haziran'da adadaki iki lider ile yaptığı görüşme arifesinde yeni bir süreç başlatıldı. 

Hali hazırda devam eden görüşmeler sürecinde yönetim ve güç paylaşımı altında dönüşümlü başkanlık konusunda henüz bir anlaşma yok.

 Rum tarafı 1/4 yani 4 sene Rum 1 sene Türkün başkanlık edebileceğini belirtti, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önceki Cenevre zirvesine atfen yaptığı açıklamada buna karşı çıkarak 2/4 esası olmalı dedi.

 Zaten Talat ve Hristofyas döneminde taraflar 2/4 esasında anlaşmıştı.

 Rum tarafı olası yeni bir anlaşmanın AB Birincil Hukuku olmasını henüz kabul etmedi.

 Bu da şu demektir;

" Kıbrıs Cumhuriyeti adı ile AB'ne üye olan Rum yönetiminin Katılım antlaşmasında geçerli olan tüm anayasal düzeni ve yasalarının aynen devam edeceği ve aslında Kıbrıs Cumhuriyeti olarak Rum hâkimiyetinde birleşme olacağı yönünde.

 Bu da Kıbrıs Türk tarafına ciddi anlamda siyasal eşitliğini yok edeceği ve daha da öte, Rumların kendi "mülküme" dönme gibi iddiaları ile açacakları davada eski usullerin uygulamada kalarak iki kesimliliğin ortadan kaldırılacağıdır".

 Diğer bir önemli nokta olan Rum tarafının kurucu devletçiklerin kendi alanlarında başka devletlerle anlaşma yapmalarını federal yönetimin onayına tabi kılmaya çalışması meselesidir.

 Bu da Kıbrıs Türk kurucu devletinin Türkiye veya diğer devletlerle ikili antlaşma yapmasının önüne set konulacağıdır. 

Diğer önemli konu Bakanlar Kurulunda Başkan ve yardımcısının veto hakkı veya oy hakkı olmaması çabası içerisinde olmalarıdır.

 Bu yetmiyormuş gibi Kıbrıs Türk tarafına yerleşmesi için %20 oranında öngörülen Rum'un Kıbrıs Türk seçimlerine etki etmesinin sağlanması talebidir.

 Tüm bu başlıklar yönetim ve güç paylaşımında halen çözümlenmemiştir. Görüşmelerde yer alan diğer başlık güvenlik ve topraktır.

 Güvenlik başlığında Rumlar garanti antlaşmalarının kaldırılmasını ve Türk askerinin adadan gönderilmesini talep etmektedir.

 Toprak düzenlemesi konusunda %28 oranında toprak alanına sahip olunmasında ısrar edilmektedir. Kıbrıs Türk tarafının mevcut hali ile sahip olduğu %37 alandan görüşmelerde %29 görüşünde olmasına karşın, Rumlar ısrarından vazgeçmemektedir.

Görüşmelerde yer alan diğer konu ekonomi, AB uyum, vatandaşlık ve nüfus alanındadır.

 Rum, tek bağımsız merkez bankası talebinde ısrar etmektedirler, dolaylı vergilerin federal devlet, doğrudan vergilerin kurucu devletlerde kalmasını istemektedirler, ¼ Türk-Yunan vatandaşlığının kalması ve hatta sadece 250 çalışma izni verilmesini talep etmektedirler.

 Oysa Güney Kıbrıs Rum yönetiminde vatandaş yapılan Yunan, Rus, İsrailli gibi diğer ülkelerin vatandaşlıklarının ne olacağı hiç sorgulanmazken,

 Ekonomik anlamda Kıbrıs Türk tarafının Rum tarafının ekonomisi ile rekabet edebilecek yapıya geçmesi için gerekli olan 15-20 senelik bir geçiş süreci dahi Rumlarca konuşulması kabul edilmemektedir.

 Bu durumda ekonominin Rum Yönetimine tabi olacağı bir koşullarda nasıl ayakta kalınacaktır?

 Pek tabi ki bu konularda da henüz anlaşama netlik kazanmamıştır. 

Görüşmelerde yer alan diğer başlık mülkiyet ve iki kesimliliktir.

 Mülkiyette bireysel mülkiyet talebi doğrultusunda her Rum'unTürk'e kurulacak olan mahkemelere gidip dava açması ve mülkünün iade, takas veya tazminatını isteme hakkı arzu edilerek esasen Rumların eski mülklerine geri dönüşünün yolu açılmak istenmektedir.

 Böylesi bir ortamda Kıbrıs Türkü oturduğu evde kiracı durumuna düşebileceği aşikârdır.

 Rumlar bu kapsamda 100 bin mülkiyeti düzenleme talebinde bulunmaktadırlar.

 Rumlar bu başlıkta üniter devlet modeline ulaşmaya çalışarak iki kesimliliği ortadan kaldıracak arayışlar içerisindedirler.

 Ayrıca dini mekânların arazilerini de talep etmektedirler.

 Maronitlerin azınlık olarak yaşadıkları kuzeydeki köylerin idaresini istemektedirler.

 Ancak Osmanlı'dan kalan ve istimlâk ve gasp ettikleri vakıf malları ile ilgili herhangi bir hak vermeye yanaşmamaktadırlar.

Görüşmelerde hiçbir şekilde yer almayan konu da deniz-hava yetki alanlarının ve buna bağlı olarak doğal kaynakların paylaşılması meselesinin yer almamasıdır.

 2012 yılında Kıbrıs Türk Tarafı bu başlıkta bir teknik komite kurulmasını talep etmiş ancak Rumlar ret etmiştir. 

GKRY 2003 yılında Mısır ile imzalamış olduğu münhasır ekonomik bölge antlaşmasını 2007 Lübnan ile imzalasa bile Türkiye'nin siyasi çabası sonucunda Lübnan parlamentosunca onaylanmamıştır.

 2010'da ise İsrail ile imzalanan MEB söz konusudur. Tüm bu çabalarda deniz alanları üzerinde Rum egemenliği yayma çabası Yunanistan'ın yaptığı taktikle sürdürüldüğü görülmektedir.

 Özellikle de 2007 yılında Güney Kıbrıs'ın başlatmış olduğu ruhsatlandırma çabaları sonucunda deniz alanlarının arama keşif işletme temelinde uluslararası şirketlere tahsis etmesi neticesinde, Türkiye'nin KKTC ile 2011 senesinde imzaladığı Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Antlaşması ve ardından KKTC Enerji Bakanlığının TPAO'ya verdiği 27 coğrafi koordinat çerçevesinde parsellenen sahalarda izinler verilmesi,

 Barbaros'un hali hazırda Kıbrıs Mağusa açıklarında arama yapması Rum Yönetimine karşı net bir tavır olmuştur.

 Ancak mesele önümüzdeki aylarda daha da gergin bir noktaya ulaşabilecektir.

 Zira GKRY(Güney Kıbrıs Yum Yönetimi), ilan etmiş olduğu sözde münhasır ekonomik bölgelerde askerileşme faaliyetlerini uygulamaktadır.

 Örneğin ilan ettikleri Arama Kurtarma koordinatları ile ilan ettikleri sözde MEB alanları örtüşmekte ve yine Türkiye'nin ve KKTC'nin hak ve menfaatleri ihlal edilmektedir.

 Hem de uluslararası hukuka ve bugüne kadar neticelenen yargı kararlarına karşın.

 GKRY'i uluslararası deniz hukukunu ihlal etmekte ve bugüne kadar uluslararası yargı kararlarında adalar rejimi ile ilgili öngörülen hükümlere karşın haklarımızı gasp etme yolu izlemiştir.

 TC'nin, Rum yönetiminin bloklar olarak tanımladığı 1.4.5.6.7 alanları direk olarak Türk kıta sahanlığını ihlal etmektedir. KKTC'nin ise beride kalan sahalarda hak ve menfaatleri ihlal edilmektedir. 

Ancak gelinen süreçte, Kıbrıs'ı bölgesel gelişmelerden ayrı tutmak pek tabi ki mümkün değildir.

 Son süreçte, Katar'a yapılan diplomatik yaptırımların Amerika'nın Sünni temelli Arap NATO'su oluşturma çabası,

 Rusya'nın Şii eksenli koridor kurma mücadelesi ekseninde bölgede yaşanan gelişmeler Kıbrıs'ı nasıl etkileyecektir?

Akdeniz'de Mısır'daki istikrarsız yönetim, İsrail-Filistin arasındaki gerilim, Lübnan-İsrail arasındaki gerilim,

 Suriye üzerindeki çok uluslu mücadele ve parçalanması girişimleri, Türkiye-GKRY veya Türk-Yunan arasındaki sorunlar temelinde konuya baktığımızda,

 Kıbrıs'ta "şimdilik" olası bir kargaşa ihtimali pek mümkün olmasa da bunun zamanlamasını Ortadoğu'da gelişen süreçte yaratılmak istenen yeni sınır düzenlemeleri ve ittifaklar göstereceği kanaatindeyim.

 Özellikle de bu süreçte Türkiye'nin bölgesel anlamda cereyan eden olaylara dik duruşu oldukça önemli olacaktır.

 Türkiye kendi toprak güvenliği ve bölgesel parçalanma modellerine karşı sergilediği tutum Fırat Kalkanı Operasyonu ile başarılı olmuştur.

 Hali hazırda Katar gibi Osmanlı döneminde bile hiçbir zaman ihanet etmeyen bir ülke ile kurduğu askeri ve ticari ilişkilerini muhafaza etme kararlılığı ve Katar'a asker gönderme kararı önemli bir atılım olmuştur.

Tüm mesele, Kıbrıs müzakere sürecinde New York'ta bir anlaşma sağlanmasına uzak bakılsa bile, Temmuz ayında GKRY'nin sondaj faaliyetlerini başlatma girişiminin Türk haklarını gasp etmesi neticesinde gösterilecek tutumda Akdeniz'de Kıbrıs'ta da sıcak gerilimlerin yaşanmasının düğmesine basılabilecektir.

Türkiye deniz yetki alanlarımızın korunmasında geri adım atmayacağını defaten tekrarlamıştır. Türkiye Garanti antlaşmaları dâhil olmak üzere, Kıbrıs Türklerinin meşru haklarının masa başında korunması yönünde gösterdiği dik tavrını korumuştur.

 Ancak, Türkiye'nin terör örgütlerine yönelik yürüttüğü sınır ötesi ve sınır içi operasyonlarında Karadeniz bölgesinde ortaya çıkarılmaya çalışılan sol eksenli terör destekçi grupların da DHKPC yanlısı ve Yunan destekli gizli Pontus'çuların faaliyetlerine de ehemmiyetle dikkat vermesi gerekmektedir.

Türkiye'nin gerek KKTC veya Güney Kıbrıs'taki PKK, DHKPC yapılanmalarına en az FETO kadar önem gösteren bulguları uluslararası topluma deşifre etmelidir.

Tüm bu gelişmeler bakıldığında Türkiye'nin ve KKTC'nin Garanti Antlaşmalarına daha sıkı sarılmasının zarurriyet olduğu ve bu noktada Türkiye'nin kararlı tutumunun Devlet Politikası olarak sürdürülmesinin bölgenin barış ve güvenliği açısından önemli olduğudur.

 Zira Kıbrıs'tan tek bir askerin çıkışını bile 15-20 sene içinde öngörmek bu toprakların üzerindeki Ezanın ve Türklüğün bitmesini kabul etmek olacaktır.

 Kıbrıs Türkü Girit olmamalı. Allah bizlere o günleri göstermesin.