ZAMANIN nasıl geçtiğini anlayamıyoruz. Su gibi akıp gidiyor. Milyonlarca yıl böyle olmuş. Böyle de olacak... Su akar, deli bakar misali kendi adıma ben de öylesine bakıyorum gelip de geçen zamana. Şükür de ediyoruz ama önümüzü görebiliyor muyuz diye soruyorum kendi kendime... Yarın için, yarınları için hayal kurabiliyor, umut içinde olabiliyor muyuz? Örneğin B planı uygulamak için yeterli olanak veya gerekli ışığı görebiliyor muyuz? Umduğumuzla değil de bulduğumuz ile mi yetiniyoruz? Yoksa ‘yarın ola hayrola’ diyerek umutlarımızı, plan ve projelerimizi öteliyor muyuz? Veya rahmetli Süleyman Demirel’in dediği gibi ‘Dün dündür, bugün bugündür’ tesellisiyle mi avunuyoruz? Hayal ve umutsuz yaşanmıyor. Beynimiz çalışıyor, kalbimiz atıyor. Hayatımıza yenilik katacak, bir başka renk ile çeşitlendirecek projeler oluşturuyoruz. Ama projeler ne yazık ki gerçekleşemiyor. Bir şeyler oluyor ama o da yarım yarım. İki yarımdan, bir tam etmiyor. Kıt-kanaat yaşamak da insan tabiatına aykırı. Zorunluluk varsa kıt-kanaat yaşama da bin şükürler olsun esasında.
İşsizlik çığ gibi büyüyor
Yüksek teknoloji insan gücünü ikinci plana attı. Kazma kürek işini bile neredeyse robotlar yapacak. Taşeronlaşma, garantili iş olanağını etkiledi. Nüfus arttı. İstihdam büyük sorun oldu. Özellikle genç işsiz çığ gibi yuvarlandıkça büyüyor. Bu bağlamda Maliye Bakanı Sayın Berat Albayrak 960 işverenle bir araya geldi. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ile birlikte seferberlik ilan etti. Etti ama işverenler de işsizler kadar bunalımda. İflas edenler, konkordatoya gidenler, iş çapını küçültenler, maliyet yükseltisi nedeniyle işçi çıkartanlar, iş kapasitesi dolanlar, bu seferberliğe nasıl katkı sağlayacak? Dün bir bankaya uğradım, 4 vezne var, ikisi çalışıyor. Kuyruk oluşmuş kimin umurunda... Lokantaya geçtim, bütün masalara sadece bir garson hizmet ediyor. Menü hacmi daralmış. Her istediğinizi bulamıyorsunuz. Düşünce güzel ama yaptırım nasıl olacak? Vazgeçtik kendi yaşamımızı projelendirmekten, çoluk-çocuk için nasıl bir yaşam yolu bulacağız? Belli değil... Parası olan konut alıyor kira katkısı olması için. Ama kiracı yok. Satmak istiyor, piyasa değerini bulamıyor. Dolar yatırımı yapıyor, düşüşe geçiyor. Altın yerinde sayıyor. Borçlansa da aynı parametreyle zarara giriyor. İstikrar tahmin edilemiyor.
Adaylık iki dudak arasında
Beş yıl hazırlık yapan siyasetçi, garanti gördüğü belediye seçimine aday son anda gösterilmiyor. Aday olana da Mersin’deki gibi kumpas kuruluyor. Seçmek istediğin başkanın adaylığı partisinin yöneticilerinin iki dudağının arasında. Ön seçim kimsenin umurunda değil. Siyasetçi de önünü göremiyor. Ecevit döneminde bile yüzde 1 bandına inmiş DSP, bir anda kıymete bindi. Genel başkan Önder Aksakal geleceğin muhalefetine talip oldu. Dikkat edin iktidarına değil, muhalefete! Küsen, umduğunu bulamayan, stepne partinin kapısını çalıyor. Yedek parti unvanıyla ismi hatırlanan DSP Genel Başkanı açıyor ağzını yumuyor gözünü. Kime? CHP’ye. Kardeş kavgası mı? Öyle sanırım. Geleceğini projelendirmek sadece bize ait bir şey değil demek ki? Şunu da sormak gerek; bu belediyecilik işi AK Parti’nin deyişi ile ‘gönül işi’ değil mi? Yoksa meslek mi? Aday gösterilmeyenler neden bu kadar ısrarcı olur? Bu koltuklara yapışarak illa görev isteyişleri de manidar. Galiba Demirel haklı. Dün dündür, bugün bugündür. Dünkü ittifaklar başkaydı, bugün bambaşka. Gelin hayal kurun, umut içinde olun, gelin proje üretin. Zor galiba...