AFETLERİN yarattığı yıkımı anlatan en güzel deyimdir o;"Sel gider, kum kalır."
İşte Fenerbahçe'de de gerçekler, giden Cocu tsunamisinin ardından bir bir ortaya çıkıyor. Çıktıkça da o "Hollanda seli"nin yol açtığı yıkım, daha net görülüyor. Ve asıl görünen ise, bu yıkımın "önlenebilirmiş" olması. Bu da aslında her şeyden daha kötü.
Cocu'nun ardından 3. maçına çıktı Fenerbahçe… 3 maçta 2 galibiyet, 1 beraberlikle ayrıldı sahadan.
Sahada bir küçük adamın büyüdüğünü izledik dün yine… Finansal Fair-Play kıskacındaki bir takım, elindeki bu dünya markası adamı, nasıl da itmiş elinin tersiyle, ona nasıl haksızlık etmiş, bir kez daha anlaşıldı. Valbuena'nın parlayan ateşi, etrafını da aydınlattı aslında… Frey, Ayew, Isla, hatta ikinci yarıda Benzia, yanan bu ateşe ayak uyduran pervaneler gibiydi…
Tek sessiz kalan ise, sahanın "Süleymaniye minaresi" oldu. Slimani'den ben artık umudu kestim… Vallahi siz de kesin. Bu minareden ne ezan sesi gelir ne gol sesi. Benden söylemesi.
İkinci yarıda, Fenerbahçe'nin bir başka yönü daha belirginleşti. Anlaşılan o ki, bu takım için "yeter doz" 2 olacak. Rakibin kaybedecek bir şeyi olmadığı için daha agresif olacağını düşünmüş olacak ki, Erwin Kouman da takımına fazla ısrarcı olmadı.
Sözün özü, Fenerbahçe uzun süreden sonra ilk kez taraftarlarının rahat izlediği bir maç oynadı. Bu performans gelecek haftalar için de umut sinyalleri verdi diyebiliriz…
Geçen sezon Galatasaray'ın şampiyonluğa 7 yenilgiyle ulaştığını düşünecek olursak, Fenerbahçe için hiçbir şeyin "imkansız" olmadığını da unutmamakta yarar var.