AKP'ye verilen oylar bu ülkeyi iyi yönetmesi içindi. Diktatörlük kurması için değil...

Ülkenin herşeyini üç otuz paraya satmak ve yandaşlarını trilyoner yapmak, devletin tüm kurumlarıyla kavga etmek için hiç değil.

Devamlı, ''Biz Milli Görüş gömleğini çıkardık'' diyorlar ama kafalar aynı.

İktidar; devletimizi ayakta tutan temel kurumlarla kavga ederek, gerilimi tırmandırıp, ''Bir mağduriyet maskesiyle'', ülkeyi uçuruma sürükleme pahasına nasıl nemalanacağının hesabı içerisindedir.

Ülkede bugün 'Parmak demokrasisi' mevcut...

Gündeme getirilen yasalara ne kadar karşı olursanız olun parmak kalktığı zaman kanunlar geçiriliyor, sonunda da olan Türk halkına oluyor.

Demokrasiyi basit bir matematiğe, hatta ondan da basit "parmak hesabına" indirgemiş bir anlayış var.

''BEN NE DERSEM O'' ANLAYIŞI...

SON gelinen nokta da bunun işaretidir. ''Biz yüzde 47'yiz öyle ise her kurum bizim yaptıklarımızı kabul etmek zorundadır'' diyen ''Ram'' anlayışı 6 yıldır sürüyor. TRT'den Kürtçe yayın da bunun göstergesidir.

Türkiye'nin bunca derdi varken tartışılan konulara bir bakın.

Ve gelinen noktayı görmeye de ille de büyüteç gerekmiyor.

Nitekim tarafsız olması gereken Meclis Başkanı Köksal Toptan, AKP sözcülüğune soyunurken, Adalet Komisyonu Başkanı AKP'li Ahmet İyimaya ise Anayasa Mahkemesi'nin türban düzenlemesi ile ilgili kararının askıya alınmasını önerip ''yargıyı by-pass etmenin yolları'' aranıyor.

Şimdi bir düşünelim... ''AKP 20 yılda bir seçim yapılır'' dese, Türkiye'nin idare şeklini de tartışmaya açsa bunu da mı kabul edeceğiz? Nitekim sıranın oraya kadar varacağının işaretleri geliyor.

Devleti yönetenler halkın gerçek sorunlarından ve ''demokrasiyi tarifte evrensel yorumdan uzaklaşıyorsa'' bunu hiç bir devlet anlayışı kabul etmez.

İster cumhuriyet, ister dini yönetim; isterse totaliter olsun her devletin kendi değerlerini koruma yetkisi vardır.

HER ŞEYİN BİR SINIRI VAR...

PARLAMENTER rejimlerde seçimle Meclis koltuğuna oturan kişiler o koltuğun hakkını, kendilerini seçen halkı sahiplenme ve savunma uğraşıları neticesinde verirler. Ancak bu hak sınırsız değildir.

''Ben tek başıma iktidarım istediğimi yaparım'' anlayışı artık tarih oldu.

Sırf halk tarafından seçildiği için memleketin her türlü ekonomik ve siyasi faaliyetini keyfî olarak değiştirebilecek sınırsız bir çoğunluk hükûmeti her şeye kadir değildir...

Öyle olursa, demokrasinin sınırları ancak en güçlünün izin verdiği faaliyet alanlarıyla çizilmiş olacaktır.

O zaman tam bir diktatörlükle karşılaşırız.

''ONLAR'' VE ''ÖTEKİLERİ''...

AKP yöneticilerine göre tüm olup bitenlerin sebebi ''ötekiler''. Yani, AKP'li olmayan herkes.

Erdoğan'a göre kendisi Türkiye'nin kurtarıcısı, cumhuriyet tarihinin en iyi devlet adamı... Diğer yöneticiler ise ayak bağı...

O; kendisi gibi düşünmeyenlerle ''aynı yolda asla beraber yürümeyi'' düşünmedi düşünmüyor.

Kendisi halkın yüzde 47'sinin oyunu almış olduğundan milli iradenin de sahibi.

Dolayısıyla artık topyekûn millet kendisi sayılıyor. Millet kendisi olunca, elbette bir nevi padişah sayılır.

Başbakan'ın bazı konuşmaları, Maarif Nazırı (Milli Eğitim Bakanı) Emrullah Efendi'ye atfedilen o ünlü sözü hatırlatıyor: "Keşke bu mektepler (okullar) olmasaydı... Maarifi ne güzel idare ederdim"

Başbakan Erdoğan da bazen şunu söyler gibidir:

"Keşke şu muhalefet, keşke şu Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, yargı olmasaydı bu devleti ne güzel idare ederdim."

EĞER UYARILARA KULAK VERİLSEYDİ... 

ŞUNU Erdoğan'a birisi bir kez daha hatırlatmalı: Milli irade çoğunluğun iradesi değil. Milli irade seçme ehliyeti olan herkesin iradesidir. Seçim yasalarına göre, Anayasa'ya göre çoğunluğun iradesi, sana hükümet etmen için verilen yetki. Toplam yetkinin sadece bir bölümü.

Kaldı ki, yüzde 47 zaten toplam yetkinin yarısından da az. Ancak seçim sistemine göre milletvekili çoğunluğu sağlamaya yeterli yetki olduğundan bunu kullanıyorsun.

Ülkede kargaşa yaratmadığını söyleyen iktidar, varoluş kaynağına sadakatte kusur etmeseydi ve ''kuşatma harekâtı''na girmeseydi karmaşa çıkmaz, ülkenin toplum kesimlerini temsil eden sivil toplum kuruluşları, yargı organları ve daha başkaları uyarı yapmazdı.

Eğer bunlar kulağınıza küpe olursa- ki hiç sanmıyorum ama- siz de, Türk toplumu da rahat eder.

Bildiğinizi okumaya devam eder, Türk halkını değil de dışarıdan empoze edilen sözlere kulak vermeye devam edip yine ''o yollarda yürürseniz'' vay halimize...

Tanrı Türk'ü korusun...