Bîmarhanelerin önem kazanması ve gelişim sürecine girmesi ise II. Bayezid döneminde olmuştur. Bu devirde, Edirne’de Tunca Nehri kenarına 1484’de başlanıp 1488’de tamamlanan caminin yanına bir de “Bîmarhane” açılmış ve “II. Bayezid Bîmarhanesi” olarak adlandırılmıştır.

Milletini, Allah’ın emaneti olarak gören Osmanlı, burayı akıl hastalarının tecrit dâhil olmak üzere her türlü sıkıntılarını rahatça atlatmalarına ortam hazırlayacak şekilde planlanmıştır.

Burada 167 görevli çalışmakta, hastane 50 kişilik olduğu halde hekim ve hizmetkâr olarak 21 personeli bulunmaktadır ki bu durum bugünkü modern hastaneleri bile kıskandıracak bir durumdur.

Aklî ve ruhî sıkıntıları olan hastalar; ‘’Kur’an kıraatleri okumaları, klasik mûsıkî, ney, su ve kuş bilhassa bülbül sesleri, güzel kokulu çiçekler, çeşitli sanat faaliyetleri ve el işleriyle meşgul edilerek tedavi edilmişlerdir.’’

Hastalar; son derece şefkat ve merhametle muamele edilerek ceviz karyolalarda, ipekli çamaşırlar ve çarşaflar içerisinde, aydınlık ve ferah bir ortamda yatırılmışlardır. Burada hastalar; bilhassa müzik ve su sesiyle rahatlatılıyordu.

Büyük kubbe altındaki şadırvandan fışkıran suların, kubbeye kadar yükseldikten sonra düşerken çıkardığı sesler, hastaların başlıca huzur kaynaklarındandı. Bina, müzikle tedavinin yapılabilmesini kolaylaştıracak bir akustik düzende inşa edilmişti; sesler ve çalınan müzikler yankılanmadan yapının her tarafından duyulabiliyordu.

On kişiden oluşan bir mûsıkî topluluğu, hastalara haftanın üç günü düzenli olarak mûsıkî fasılları sunuyor, onları ruhen ve zihnen dinlendirip sakinleştirecek hoş şarkılar söylüyordu. Şuuri’nin “Tadili Emzice” adlı eserinde geçen bilgilere göre burada icra edilen mûsıkî, hastaların mizacına, ruhî-asabî durumuna ve hastalığına uygun gelen makamlarda dinletilmiştir.

Müziğin hastalar üzerindeki tesirleri takip edilerek, rahatsızlıklarına en uygun makam, melodi ve çalgı belirlenmeye çalışılmıştır. Bu mûsıkî ziyafetlerinde genellikle ney, keman, ud gibi çalgılar kullanılıyordu.

Ayrıca, Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinden anladığımız kadarıyla burada yetiştirilen lale, sümbül, reyhan, karanfil, nesrin, yasemin, deveboynu gibi çiçeklerin güzelliği ve kokusunun ferahlatıcı etkisi de hastaların tedavi edilmesinde kullanılıyordu.

Bu müzikleri dinleyen, çiçekleri koklayan, bakımcılar ve hekimlerinden her türlü insanlığı gören, şefkat ve merhametle kucaklanan hastalar, kısa sürede iyileşerek veya ciddi iyileşme belirtisi göstererek, normal hayata tekrar dönmüş ve topluma kazandırılmışlardır.