Eskici babanın ebedi istirahatgahı Bursa'da Tezveren Hz.giderken dar sokakların hemen kenarındaki yol üzerinde bulunmaktadır.
Sokakta bir adam,başını iki eli arasına almış, ağlıyordu.
Binek taşının üzerine oturmuştu!
Hava iyice ayazlamıştı,neredeyse sabah ezanları okunacaktı.
Ağlayan adam,birden dizi dibinde bir kimsenin belirdiğini gördü.
Gelen çok sessiz gelmişti.
Onun zuhur anında,ağlayan,
içinde en ufak bir kederi, bir sıkıntısı kalmadığını anlayıverdi.
Başını kaldırıp gelenin yüzüne baktı, çocuksu çocuksu, gözlerini,
göz yaşlarından ıslanan sakalını sildi.
Neden ağlıyorsun.
Karım evden kovdu.
Kimsin Sen.
Ben mi,''Eskici Baba!
şu köşedeki küçücük dükkanda...
Beni hiç görmedinmi
Gördüm.
Ben kimim.
Biliyormusun.
''Şeyh Üftade'sin.
Seni tanımayan varmı..
Neden evden kovuldun.
''Hacca gidemediğim için...
Karım hacı karısı olmak istiyor... Yıllardır başımın etini yer,ama ben fukara bir eskiciyim, iki kuruşu bir araya getiremiyorum ki!
Şimdi hacca gitmek istermisin.
Neye yarar.
Yarın hacılar Arafat'ta olacaklar, onlara yetişmemin imkânı yok ki!
İstersen sen de yarın Arafat'ta olabilirsin.
Benimle şaka etme üftade!
Hayır,şaka etmiyorum,kapa gözünü! Haydi Allah selamet versin!
Davacı kadını,Bursanın en ünlü kadısı Aziz Mahmut Hüdai Efendinin önüne getirdiler;
nefes almadan belki bir saat konuştu.
"Artık bu adamla oturamam Kadı Efendi!" diyordu.
"Kurban bayramından iki gün evvel Bursa'da olduğunu herkes biliyor.
Halbuki ona sorun Hacca gitmiş, Arafat'a çıkmış, şeytan taşlamış, zemzemler, sürmeler getirmiş...
beni aldatıyor,nasıl gidermiş.''
Bir alayda yalancı şahit bulmuş.
Hepsi,Eskici Baba orada bizimle beraberdi diye yemin üstüne yemin basıyorlar.
Kadı Şahitleri dinledi:
Evet! Eskici Baba Hicaz'a gitmiş hacı olmuştu.
Bursa'daki şahitleri dinledi.
Evet Eskici Baba Kurban bayramından iki gün evvel Bursa'daydı.
Bursa'nın ünlü kadısı şahitlerin sözüne göre,Eskici Babayı Hac yapmış kabul ederek kadının boşanma isteğini geri çevirdi.
Fetvayı vermişti ama bu işte anlayamadığı bir yan vardı.
Zaten son zamanlarda her işte ona
iki yan görünüyordu;
bir akıl erdirebildiği,bir de akıl erdiremediği yan!
Bilgindi, develer yükü kitap okumuştu.
Aklı herşeye erer zannediyordu.
Fakat bir gece rüyasında cehennemi görmüş, rahatını huzurunu kaybedivermişti.
O günden sonra Ferhadiye medresesinde kürsüdeyken ya da bir davayı halle uğraşırken aklına gelse soğuk terler döküyordu.
Bozulmuş düzenini yerine getirecek, kaybettiği huzurunu ona geri verecek bir şey arıyordu.
Bu aradığı neydi.
kimdi, sorsanız ünlü kadı cevabını veremezdi.
Aziz Mahmut Efendi,Eskici Baba'yı dükkanında buldu.
Bana bak eskici!
Diye başladı; "Fetvayı aldın.
Şahitlerin seni kurtardı.
Şimdi söyle bakalım bu işin iç yüzünde ne var.
"Eskici saflık kapısından girdi,
hangi işti, ne olabilirdi.
İç yüzü filan yoktu...diye kem küm etti, kadıyı kandıramadı.
İnkar kapısından girdi;
gittim işte geldim işte...diye kem küm etti,kadıyı kandıramadı.
Oturdu,o sabah ezanı başına gelenleri bir bir anlattı.
Kadı Üftade'nin adını duyunca yerinden fırladı.
Aradığı oydu işte!
Daha adını duyar duymaz gönlüne bir aydınlık gelmiş,kalbinin üstündeki ağır yük kalkmıştı.
Şeyh üftade,Aziz Mahmut Hüdai'yi dinledi, dinledi, dinledi.
Sonra nazlı nazlı boynunu büktü;
"Yazık Kadı Efendi!" dedi.
Yalış kapı çaldın.
Burası yokluk kapısıdır, biz yokluk kapısının kuluyuz.
Sen ise, varlık kapısının adamısın, ikimiz bağdaşamayız.
Senin ilmin var bilgin var şanın, şerefin, malın, mülkün...
kısaca Allah'tan başka her şeyin, yani dünyan var.
Bizim hiç,hiç bir şeyimiz yok!
Allah'tan başka!
Aziz Mahmut'un gözlerinden iki sıra yaş iniyordu.
"Her şeyimi,bu kapının önünde bırakıyorum.
Şanımı şerefimi,malımı,mülkümü... her şeyimi.
Yeter ki sen elini üzerimden çekme!" dedi.
Ertesi gün ve daha sonraki günler Bursa Şer'iye mahkemesi'nin en ünlü kadısı, görevi başına gelmedi, makamı boş kaldı.
İşini gücünü,kitabını defterini,
adını şanını bırakmış bir aba bir asa, Üftadenin kapısına kul olmuştu.
Halkın nazarında veli ile deli arasında büyük fark yoktur.
Aziz Mahmut Hüdai'nin adı tez vakitte Bursa'da Deli Kadı oluverdi.
Şehir çalkalandı, çalkalandı, günlerce bu olayı konuştu.
Sonra her zaman olduğu gibi usandı, peşini bırakıverdi.
Mürşid ve mürid baş başa, can cana kaldılar.
Aziz Mahmut Hüdai mürşidini aşktan üstün bir duyguyla seviyordu.
Develer yükü kitabın ona öğretemediğini Üftade'nin bir bakışı öğretiyor, gönlünden geçen bir sualine bin cevap birden geliyor, müşküller müşkülden çözülüyor, imkansızlar mümkün oluyordu.
Üftade mürüdine;
"Hakkı sevmek ancak halkı sevmekle mümkün olur" diye öğretiyordu.
"Her zerrede Hakkı göreceksin, Her zerreye Hak muamelesi yapacaksın,başka yolu yoki bu böyledir."
Aziz Mahmut, Hak tecellisiyle içi nur kesilmiş, mürşidinin yüzüne baktıkça gerçekten Hakkı görüyor ve "Ne doğru söylüyor" diyordu.
Bir kış sabahıydı, gözlerini açtı ki mürşidin abdest alma vakti gelmiş, ama o abdest suyunu ısıtmaya geç kalmıştı.
Bu gafletini affedemedi,ateş yakmaya vakit yoktu,bakır ibriği kalbinin üstüne koydu cübbesiyle sardı,içten zikre başladı.
"Allah! Allah!" diye inliyor,suyu ateşiyle ısıtmaya çalışıyordu.
Üftade abdest alırken başını kaldırıp eline su döken ünlü Kadı'ya baktı.
"Aziz'im!" dedi,
"Bu su odun ateşiyle ısınmış suya benzemiyor, aşkının ateşiyle kaynamış bu su..Bizide yaktı."