''Sakın Terk-i Edebden kuy u Mahbubu Hüda dır bu

Makam ı Mustafa dır nazargah-ı Hüdadır bu''

Divan şairlerimizden Nabi,17. asırda yaşamıştır. Aslen Şamlı Urfalıdır. 

Peygamberler şehri Urfa'nın manevi ikliminde iyi bir eğitim alan Nabi, çocukluk ve ilk gençlik yıllarından sonra İstanbul'a göçmüştür. 

Tasavvuf terbiyesi de görmüş olan Peygamber aşığı Nabi, padişah IV. Mehmed döneminde Hacca gitmek üzere bir kısım devlet ricalıyla birlikte yola çıkar. 

Haç kafilesi Medine-i Münevvereye yaklaşmıştır. 

Vakit gecedir. 

Efendimiz'e bir an önce ulaşma özlemiyle Nabi'nin gözüne uyku girmemiştir. 

Fakat kafiledeki bir devlet adamı, hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır. 

Peygamber (s.a.v)'in beldesinde, edebe aykırı böyle bir gaflet halini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nabi, içinden gelen bir ilhamla aşağıdaki kasideyi söyler:

''Sakın terk-i edebden kuy-ı Mahbub-i Huda'dır bu

Nazargah-i ilahidir,Makam-ı Mustafa'dır bu,

Sakın edebi terk etme:

Felekde mah-i nev, Babüsselam'ın sine çakıdır

Bunun kandili Cevza, matla'i ziyadır

Habib-i Kibriya'nın habgahıdır fazilette

Tefevvuk-kerde-i Arş-ı Cenab-ı Kibriya'dır bu.

Bu hakin pertevinden oldu deycur-i adem zail

Amadan açdı mevcudat düş ceşmin tutiyadır bu.

Muraat-ı edep şartıyla gir Nabi bu dergaha

Metaf-ı Kudsiyandır cilvegah-ı enbiyadır bu...'' 

Ey Nabi;

''Burası Allah'ın sevgilisinin beldesidir.

Cenab-ı Hakk'ın nazar buyurduğu, Hz.Muhammed Mustafa'nın makamı, Ravza-i Nebi'dir

Gökteki bu yeni ay, Selam kapısının yüreği yanık aşığıdır.

Ayın kandili Cevza yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır.

Burası, Allah'ın sevgilisinin ebedi istirahatgahının, bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenab-ı Hakk'ın arşının bile üstündedir.

Bu toprağın ziyasından, yokluğun karanlıkları ortadan kalktı. 

Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı, 

çünkü bu toprak, gözlere şifa veren sürmedir.

Bu dergaha edep ölçülerini gözeterek gir; 

çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve Peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir.''

Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere'ye girmektedir. Ravza-i Mutahhara'ınn minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. 

Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar.

Nabi, dikkat eder, okunan kendi şiiridir. 

Hemen minarenin kapısına koşar.

Müezzine; 

Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nerden öğrendin, der. 

Müezzin şöyle cevap verir;

''Bu gece rüyamda Efendimiz (s.a.v)'i gördüm, 

bana dedi ki; Ümmetimden Nabi adında bir şair, benim hakkımda şu kasideyi yazdı, 

hoşuma gittiği için bunu okumanı arzu ediyorum. 

Ben de rüyamda Efendimizden öğrendiğim beyitleri aynen okudum''.

Aşık Nabi, sevincinden oracığa bayılıp düşer. 

O, bu iltifata, Efendimiz'e duyduğu edep ve muhabbetten dolayı nail olmuştur.

***

İşte bu nacip millet, Yüce İslamı kabul ettikten sonra 

İslamından asla taviz vermemiş, 

hatta fütuhatlarında girdikleri beldelere Peygamber ahlakı ile girmişler,

Kur'an-ı Kerimin emirleri dışına çıkmamışlardır.

Bu sebeplede her yerde, her zaman muzaffer olmuşlardır.

Sümüklü Avrupalıların hainlikleri tuzakları asla etkili 

olamamıştır.

Bu günkü günümüzde bile sinsi sinsi tuzaklar kuran

bu hainler'in kurdukları tuzaklar, 

etkili olamamıştır ve

bundan sonrada asla olamıyacak.

***

Merhum şairimiz Necip Fazıl da Hz.Peygamber'den bahseden Rütbe şiirinde;

"Düşünün, ben ne büyük rütbeye tutkuluyum!

Çünkü O'nun kulunun kölesinin kuluyum!"

diyerek, kainatın efendisine olan tazimini belirtiyor...