Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan'ın Bizans'ı 

mağlub ettiği 1071 Malazgirt Savaşı ve daha sonra XIII. yüzyılda gerçekleşen Moğol İstilası sürecinde Anadolu topraklarına yurt edinme amacıyla gerçekleştirilen göç hareketlerinde bulunan kesimlerden biri de dervişlerdir. 

Bu dervişlerin bağlı olduğu ve XV. yüzyıl Osmanlısı'nın geniş halk kitlelerini etkileyen Bektaşilik, Mevlevilik, Rufailik, Kazerunilik, 

Kadirilik, Halvetilik, Bayramilik, 

Nakşibendilik, Kalenderilik, 

Haydarilik gibi tarikatlar, Anadolu'da önemli ölçüde yayılmış, 

teşkilatlanmış ve Anadolu halk İslamı'nı etkilemiştir.

Halk arasında daha çok menkıbe ve kerametleriyle tanınan, onlara birtakım hikmetli sözler, 

nasihatler ve şiirler söyleyen bu dervişler, 

daha çok İslamiyet'in mistik yönünü ön plana çıkaran bir öğretiyi temsil etmişlerdir. 

Ayrıca Allah'ın bağışlayıcılığını, temel insani değerleri, insanın kalp temizliğini ve farklı dinlerden olanlara hoşgörülü olmayı da salık vermişlerdir. 

Dervişlerin faaliyetleri Anadolu'da İslamiyet'in yayılmasına olumlu katkı sağlamakla birlikte, 

bir taraftan da Anadolu'da Türk devletinin teşekkülü sağlam temellere oturtulmuştur. 

Daha çok şehirlerde yoğunlaşan medrese ve diğer müesseselere nisbetle şehir merkezlerinden uzak muhitlerde ikâmet eden ve dini bilgileri oldukça zayıf olan Türkmenler, tekke ve zaviyelerdeki 

şeyh ve dervişleri örnek almışlardır.

Bu anlayış Yunus Emre'nin dilinden; 

''Derviş bağrı baş gerek

Gözü dolu yaş gerek

Koyundan yavaş gerek

Sen derviş olamazsın; 

Döğene elsiz gerek

Söğene dilsiz gerek

Derviş gönülsüz gerek

Sen derviş olamazsın'' şeklinde nitelenir.

***

Selçuklu Devri Dervişleri:

Anadolu'da İslamiyet'in yayılmasına gayret gösteren dönemin Türkiye Selçuklu sultanlarının da, Mevlana'nın deyimiyle, ''hırka altındaki sultanlar'a'' destek verdikleri görülmektedir. 

Cemel Ali Dede, Evhadüddin Kirmani, Mevlana, Sadreddin Konevi,Hacı Mübarek Haydari gibi şahsiyetler Türkiye Selçuklu devrinin önde gelen dervişlerindendir.

I. Alaaddin Keykubad'ın daveti üzerine Konya'ya gelen Mevlana'nın babası Bahaüddin Veled de bunlar arasındadır. 

Sultan, onu sarayında misafir etmek istemişse de, Bahadüddin Veled, ''İmamlara medrese, şeyhlere hankah, emirlere saray, tüccarlara han, 

başıboş gezenlere zaviyeler, gariplere kervansaraylar uygundur,'' diyerek bu isteği reddetmiştir. 

Saraya geldiğinde onu Selçuklu tahtına oturtmaya niyet ettiği görülen Alaaddin Keykubad'ın, 

Bahaüddin Veled'in vefatıyla birlikte çok üzüldüğü, yedi gün saraydan çıkmadığı, tahtı bırakıp hasıra oturduğu ve kırk gün boyunca kalenin Cuma mescidinde hatimler indirterek halka ve fakirlere sofralar verdiği ve vefâtını müteakip daima şeyhin türbesini ziyarete gittiği rivayet edilmektedir. 

***

Mevlana ve Yunus Emre:

Mevlana Celaleddin Rumi'nin cenaze merasiminde hazır bulunanların dini kimlikleri ve söylemiş oldukları ağıt ve feryatlar, Mevlana'nın Anadolu halk İslamı üzerindeki yerini ve önemini ortaya koyması bakımından oldukça önemlidir. 

Mevlana'nın cenazesinde hazır bulunan Hristiyan, Yahudi, Arap, Türk vs. bütün milletlerin, 

bütün din ve devlet sahiplerinin onu imam, mürşid ve rehberleri olarak gördüklerini ve ağlayıp feryad ettiklerini bilinmektedir. 

Bu durum Mevlana'nın, yaşadığı devirde en yüksek aristokrasisinden en fakir halk tabakalarına kadar, hatta Hristiyanlar, Museviler de dahil olmak üzere etrafına bir çok müridler topladığının delilidir. Hristiyan ve Yahudiler'in bu tutumlarında Mevlana'nın bağdaştırmacı sufi öğretisinin etkisi de açıkça kendini gösterir.

XIII. yüzyıl Anadolusu'nun en güçlü mutasavvıflarından Yunus Emre'de Orta Asya'da Ahmed Yesevi ve dervişlerinin başlattığı İslamlaştırma anlayışını, 

Anadolu coğrafyasında halk diliyle sade bir şekilde temsil etmiştir. 

Onun; 

''Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan

Şer'in evliyasıysa hakikatte asidir.''; 

''Bir kez gönül yıktınsa bu kıldığın namaz değil

Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil,'' şeklindeki ifadeleri de yaşadığı dönem toplumuna sunmuş olduğu sufi yaklaşımı ortaya koymaktadır.

***

Osmanlı Kuruluş Devrinde Dervişler:

Ünlü Osmanlı tarihçisi Aşıkpaşazade, 

kuruluş devri Osmanlı'sının temellerinin atıldığı bölgede oldukça faal olan dört zümrenin varlığından bahsetmiş ve bunları ''Rum, Anadolu Gazileri'', 

''Rum Ahileri'', 

''Rum Abdalları'' ve ''Rum Bacıları'' şeklinde sıralamıştır. 

Bunlar arasında o dönemde Anadolu coğrafyasında halk arasında daha çok, abdal, derviş, evliya, dede, baba ve eren olarak isimlendirilen Rum abdallarını Ömer Lütfi Barkan ''kolonizatör Türk dervişleri'' olarak adlandırır.

Baba İlyas ile halifesi Koçum Seydi bu devir dervişlerindendir. 

Osman Gazi devrinde Şeyh Edebali, 

Kumral Abdal; 

Orhan Gazi devrinde Abdal Musa, Abdal Murad, Karaca Ahmed, Postinpuş Baba ve Doğlu Baba; 

I. Murad devrinde Postinpuş Baba ve Yıldırım Bayezid devrinde Emir Sultan ile Somuncu Baba bu derviş zümresi arasında yer alır.  

Ünlü Arap seyyahı İbn. Batuta da bu zümrenin Anadolu'da her köy ve kasabada mevcut olup eşkıyayı bertaraf etmek için büyük bir güce sahip olduğunu bildirmektedir.