Hz. Mevlana, ölümü; ten kafesine mahkum edilmiş, Allah'a ait özellikler taşıyan, bir nefha-i ilahi olan ruhun tekrar aslına dönmesi, dünyadan ukba'ya göç, aşık ile maşuğun kavuşması, ikinci doğum olarak, nitelemiştir.

Şu dünya yüzündeki hayat, aslında bir ölümden ibarettir. Bizi korkutan ölüm de hakikatte, hayattır! Bunu ters düşünmek, yani ölümü, bir başka aleme doğmak değil de yok olup gitmek gibi sanmak, imansızlıktır! Eğer Hak, ten hanesini yıkarsa, sakın inleme, şikayet etme! Şunu iyi bil ki aslında sen, ten zindanında mahpussun; ölüm gelip de orası yıkılınca kurtulacaksın!''

Ölümde insaf ehline ve din ehline bir başka hayat vardır.

Ölümden temiz ruhlara huzur ve sükûn gelir. Ölüm Hakk'a kavuşmadır; cefa etmek, kin gütmek değildir. Fakat adam olmayan, ölmeyeceğim diye boyuna ölür durur; işte dert buradadır.

Bizim ölümümüz her ne kadar sana matem olursa da, aslında, Hak'la buluşma vakti olduğu için bizim en neşeli, en mutlu zamanımızdır.

Çünkü bu dünya bizim zindanımızdır. Zindanın harap oluşu, yıkılışı, zindandakileri sevindirir. Yani bizim bedenimiz, ruhumuz için bir zindan kesilmiştir.

Ölüm, bedeni yıkınca, toprağa düşürünce, ruh zindandan kurtulacak, Hakk'a kavuşacaktır.

Kuşa; kafesi bırakıp uçmak nasıl hoş, tatlı gelirse, bana da ölmek ve bu yurttan göçmek öyle hoş, öyle tatlı geliyor.

''Ben ölürsem, sakın bana ''Öldü!'' demeyin. Aslında ben ölü idim, dirildim; dost aldı, götürdü beni.''

Bizim ölümümüz, ebedi bir düğündür. Onun sırrı nedir? "O tek bir Allah'tır." Aslında ölüm, Allah'ın nuru ile diri olan kişinin ruhuna, beden zindanından kurtuluş yardımıdır.

Ey ruh aleminden bu dünyaya doğup gelenler! Ölüm gelince ürkmeyin, korkmayın! Bu, ölüm değil, bu ikinci bir doğumdur; doğun, doğun!.

Mevlana, Mesnevi'sinde Bilal-i Habeşi'nin ölüm anlayışını örnek vermiş, ruhun dünya gurbetinden vatanına dönmesini, Allah'a kavuşmayı sağlayan ölümün neşe ile karşılanması gerektiğini belirtmiştir:

''Hz.Bilal zayıflıktan hilale, yani yeni ay'a dönmüş, yüzüne ölümün rengi, ölümün gölgesi düşmüştür. Eşi onun bu halini görünce; ''Eyvahlar olsun! Evim yıkıldı!'' dedi. Bilal ona; ''Hayır, hayır!'' dedi, ''Evin yapıldı. Şimdi neşe ve sevinç zamanı. Ben şimdiye kadar, yaşayış yüzünden keder içindeydim, yasta idim. Sen ölümün nasıl bir yaşayış, nasıl bir şey olduğunu ne bilirsin?''.

Hz. Bilal hep bu sözü söylüyor, söylerken de yüzünde nergisler, güller, laleler açılıyor, yani mübarek yüzü gittikçe nurlanıyordu.

Eşi Bilal'in hastalığının arttığını görünce;

''Ey güzel huylu, ayrılık çağı geldi.'' dedi.

Bilal; ''Hayır, hayır! Buluşma çağı, kavuşma çağı.'' dedi.

Eşi dedi ki; ''Sen bu gece gurbete gidiyorsun, soyundan sopundan, yakınlarından ayrılıp kayboluyorsun.'' dedi.

Bilal dedi ki; ''Hayır, belki bu gece ruhum gurbetten, asıl vatanına kavuşuyor.''

Hz. Mevlana, vefatına yakın günlerde yakınlarına şu gazeli söylemiş;

''ölüm anlayışını ve ölümünün sevenlerince nasıl karşılanması gerektiğini ifade etmiştir:

''Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi, gamı var, dünyadan ayrıldığına üzülüyorum sanma.

Sakın, benim için ağlama, ''Yazık oldu! Yazık oldu!'' deme. Eğer nefse uyup şeytanın tuzağına düşersen, işte o zaman hayıflanmanın sırasıdır.

Cenazemi görünce; ''Ah ayrılık! Ah ayrılık!'' deme. O vakit benim ayrılık değil, visal ve mülakat vaktimdir.

Beni kabre indirdikleri zaman sakın; ''Elveda! Elveda!'' deme. Çünkü kabir, öteki alemin, can topluluğunun perdesidir.

Batmayı, gözden kaybolmayı gördün ya, bir de doğmayı gör. Güneş ve aya gurub etmekten batmaktan hiç ziyan gelir mi?

Bu hal sana batmak, kaybolmak gibi görünse de, aslında bu hal doğmaktır, yeniden hayata kavuşmaktır. Mezar insana hapishane/zindan gibi görünse de, orası ruhun kurtulduğu yerdir.

Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Niçin insan tohumu bitmeyecek diye şüpheleniyorsun?