Hz. Ka'b, Ensar'dandı. 

İkinci Akabe Biatı'nda bulunmuş, 

Bedir Savaşı dışında Pey­gamberimizle birlikte bütün harplere katılmış kahraman bir sahabiydi. 

Ka'b, Uhud Savaşı'nda çok büyük kahramanlıklar göstermiş,11 yerinden yaralanmış­tı.

Hz. Ka'b'ın hali vakti yerindeydi. 

Tebük Gazvesi'ne gidilecekti. 

Daha önceki gazalarda gidilecek yeri hiç söylemeyen Peygamber Efendimiz, bu defa Müslümanları topladı ve Tebük'e sefer yapılacağını haber verdi. 

Herkes hummalı bir şekilde sefere hazırlanırken 

Hz. Ka'b, ''Hazırlığı ne zaman olsa yapabilirim!'' diyerek, kendi işleriyle oyalan­dı. 

Hemen hazırlanmak üzere evinden çıktı, 

ama hiçbir şey yapamadan döndü. 

Kendisi bunu şöyle anlatır;

''Yola çıkıp arkalarından yetişmeyi düşündüm. 

Keşke yapmış olsaydım! 

Fa­kat bu da mümkün olmadı. 

Re­su­lul­lah bu gazaya gittikten sonra insan­lar arasına çıktığımda kendime arkadaş olarak ancak münafıklık damgası vu­rulmuş kimseleri yahut Allah'ın mazur gördüğü acizleri görmem beni keder­lendirdi…''

Müslümanlardan biri, 

''Elbiselerine ve boyuna bakıp gurur­lanması onu cihat yolundan alıkoydu!'' deyince, 

Ashab'dan Muaz bin Cebel he­men müdahale ederek Ka'b hakkında iyilikten başka bir şey bilmediklerini söy­ledi. 

Bu cevap üzerine Hz.Peygamber sükut etti.

Re­su­lul­lah dönünce ona ne diyeceğini düşü­nüyordu. 

Nitekim ''Re­su­lul­lah'ın Medine'ye geldiği'' ha­beri ulaşınca Ka'b doğruca Peygamberimizin huzuruna gidip ona hakikati oldu­ğu gibi söylemeye karar verdi. Yanına vardığında selam verdi. 

Re­su­lul­lah dargın kimseler gibi acı bir tebessümle ona, niçin gazadan geri kaldığını sordu. 

Ka'b şu cevabı verdi;

''Ya Re­su­lal­lah! Allah'a yemin ederim ki, 

sizden başkası, yani ehl-i dünyadan birisi­nin yanında bulunsaydım, özür beyan ederek onun gazabından kurtulabi­leceğimi zan­nederdim. 

Zira söz söylemesini bilirim. 

Vallahi biliyorum ki, bu­gün yalan söyleyip sizi memnun etsem de Allah sizi bana gücendirebilir! Eğer doğrusunu söylersem siz bana kızacaksınız; lakin ben doğruyu söylemekle Al­lah'tan hayırlı netice beklerim. 

Yemin ederim ki, gazadan geri kalmam için hiç­bir özrüm yoktu. 

Hiçbir zaman, sizden ayrılıp kaldığım zamandakinden daha kuvvetli ve zengin değildim.''

Halbuki Ka'b'ın gözleri önünde 80 kadar kişi yalan mazeretlerle Pey­gamberimizin huzuruna çıkmışlar, Peygamberimiz de bunların bu mazeretleri­ni kabul ederek, onlar hakkında istiğfar etmiş ve kalplerinde yatan niyeti Allah'a havale etmişti. 

Fakat Ka'b, Allah ve Resul'ü huzurunda doğruluktan ayrılma­dı.

Bu cevaptan sonra Re­su­lul­lah ona; 

''Allah'ın hükmü vahyedilinceye kadar bek­le­me­sini söyledi.'' 

Ama hiç kimse onunla konuşmuyordu. 

Ama her defasında Peygamberimiz ondan yüzünü çeviriyordu. 

Bu halden iyice bunalan Ka'b, amca oğlu Ebu 

Ka­tade'ye gitti ve ona; 

''Ebu Katade! 

Allah için soruyorum; 

Allah'ı ve Resulünü ne kadar sevdiğimi biliyor musun'' diye sordu. 

Cevap alamadı. Birkaç defa daha sordu. 

Ebu Katade kısa cevap ver­di; 

''Allah ve Resul'ü daha iyi bilir.'' 

Günler geçti, haftalar birbirini kovaladı. 

Bu arada, Ka'b'ın imtihanı­nı daha da çetinleştiren bir hadise ortaya çıktı; 

''Ka'b 50 gün devam eden bu ıstırap verici bekleyiş devresinde Gassan'daki Kıpti liderlerinden bir mektup aldı. 

Mektupta şöyle deniyordu;

''Efendinizin size uygunsuz muamelede bulunduğunu duydum. 

Allah sizi, hu­kukun çiğnendiği ve kıymetin bilinmediği bir yerde bırakmasın. 

Yanımıza ge­lin, size ikramlarda bulunuruz.''

Böyle sıkıntılı bir zamanda böyle cazip bir teklife kim hayır diyebilirdi... 

Tam bu esnada, Ka'b'ın durumunu daha da zorlaştıran bir emir daha geldi; 

''Peygamberimizin gönderdiği bir elçi ona, zevcesinden uzak durmasının istendi­ğini haber veriyordu. 

Ka'b hanımını boşamayacak, ama ondan ayrı yaşayacak­tı.

Çile biteceğine daha da şiddetleniyordu. 

İşledikleri hatanın pişmanlığı içinde bütün ruhlarıyla Allah'a yal­varıp istiğfar ediyorlardı. 

Ama mü'minler cemaatinden ayrılmak, 

Allah ve Resülünü terk etmek akıllarından bile geçmiyordu. 

Bundan sonrasını Ka'b Hazretleri şöyle anlatır;

''Ahalinin bizimle konuşmalarının yasaklandığı günden 50 gece sonrasında, gecenin sabahında sabah namazını kıldım. 

Ruhum çok sıkılmış ve bulunduğum yere sığamaz 

bir vaziyette oturuyordum. 

Adeta yerle gök arasında sıkışmış ve gidecek hiçbir yeri kalmamış gibiydim. 

Tam bu esnada bir ses işittim; 

''Ey Malik'in oğlu Ka'b, müjde, müjde!'' 

Kurtuluş günü gelmişti. 

Hemen secdeye ka­pandım.''

Peygamber Efendimiz, sabah namazından sonra, 

bu üç sahabinin tövbelerinin kabul edildiğini halka ilan etmişti. 

Ka'b hemen Re­su­lul­lah'ın ya­nına koştu. 

''Allah'ın affı sana mübarek olsun!'' diyorlardı. Peygamber'in yanına varıp selam verdiğinde, 

Re­su­lul­lah yüzü sevinçten pırıl pırıl parlayarak şöyle dedi;

''Annen seni doğurduğundan beri üzerinden geçen günlerin en hayırlısıyla se­ni müjdelerim!''

Peygamberimizin şairlerinden olan Hz.Ka'b, Hicret'in 50. yılında 77 yaşındayken vefat etti.