1913 yılında Kerkükte doğan ve ömrünü Türklük ve Türklüğün yücelmesi için harcayan bir kahraman, bir yiğit, soylu asker, edebiyatçı ve yazar işte "Yüce Türk evladı...!"

Ben merhum Şakir bey'i 1964 yılında Şamda tanıdım. Emevi camii'ne giden Abdülhamit kapalı çarşısında bir kırtasiyeden dolma kalem alırken tanıştık. Yakamdaki Türk Bayrağı rozetini görmüş, beni yanına çağırdı. İçerisinde bir aşk vardı. Gözleri pırıldıyor, Konuşurken dudakları titriyordu. Yakasında bir Türk Bayrağını taşıyan insanı görmek beni çok mutlu etti diyordu. Aynı kalemden, bir tane daha aldı ve benim sana hediyem olsun dedi. Kendisinin Irak Türklerinden emekli albay olduğunu söyledi. Ancak, yaşımın çok genç olması ve bize o zamana kadar nerede Türk var, yok anlatılmamış olması sebebiylede bu kavramları anlamıyordum.

Kısacası bu zat, "Irak Türklerinin yetiştirdiği büyük bir kahraman."

Şamda üç gün boyunca bana; "Türklüğün yüceliğinden, geçmişinin temizliğinden ve insanlığa hizmetinden anlattı. Hayret ediyorum; size türk okullarında bizden bahsetmiyorlarmı...?" diyordu.

Merhum'un yüreğinde alev alev Türklük ateşi yanıyordu.

Ancak o devrelerde o'nun yüreğindeki ateşe su serpecek bir iktidar varmıydı...?

1959'da Irak koministleri ile birleşen Kürtler bir katliam yapmış, Irak Türkleri işkence görmüş, öldürülmüş, hatta öldürülen gençlerin cenazeleri arabalar arkasına bağlanarak caddelerde sürüklenmiştir. Suçları ne idi:" Suçları Türk olmak, Türklüğü savunmak, Türk olarak yaşamaktı."

O'nun bir isteği vardı oda:

"Türk Mehmetçiğini Kerkükte görmek...!"

O, bir asker kökenliydi. Yüreğinde Mustafa Kemal Atatürk ve çöl kaplanı Fahrettin Paşanın sevgisi yatıyordu. Kerkü'kün tekrar anavatana ilhakını istiyordu. Bu arzunun yalnız kendi arzusu olmayıp, "Büyük Atamız, Mustafa Kemal Paşanın'da arzusuydu" diyordu. Ancak, Mustafa Kemal Paşan'ın daha genç yaşta dünyadan ayrılması, dünya Türkünü yetim bıraktı diyordu. Sene 1968 Bağdat üniversitesinde öğrenciliğim döneminde Reşit caddesinde Kerkük otelinde tekrar buluştuk. Beni görmekten çok mutlu olduğunu söyledi ve diyaloğumuz devam etti.1990'da yorgun düştüğü bu dünyadan ebedi istirahatgahına göçtüğünü işittiğimde haftalarca kendime gelemedim. O, ne güzel bir yiğit Türktü. O, "Türklüğün yıkılmaz çınarı" idi.

Merhum Şakir Sabır'ı minnet duygularımla rahmetle anıyorum. Ben Türklüğümü ve Türklüğün yüceliğini ondan öğrendim.

Ve diyorum ki; "Mekanın cennet olsun. Yüce yaratıcımız Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Seni doğuran anneye de selam olsun."