Hindistanlı müslüman düşünür, şairdir. 

Muhammed İkbal mutasavvıf bir anne ve babanın oğlu olarak dünyaya geldi. İkbal çocukluk yaşlarından itibaren tam bir Kur'an aşığıydı. 

Devamlı Kur'an okumakta olduğunu gören babası, ona ''Kuran-ı Kerim'i anlamak istiyorsan, 

sana indiriliyormuş gibi oku'' dedi.

Kur'an eğitimini medresede tamamladıktan sonra, Arapça ve Farsça hocasının yönlendirmesiyle İslam edebiyatıyla ilgilenmeye başladı. 

Lahor'da yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra Doğu Dilleri Fakültesi'ne hoca olarak tayin edildi. 

Bu yıllarda Muhammed İkbal'in şiirleri de yayınlanmaya başlandı.

1905'de Londra'daki Chambrich Üniversitesi'nin felsefe ve iktisat bölümünden mezun oldu. 

Londra'da üç sene kadar kalan İkbal, 

burada Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi'nde hocalık yaparken, bilhassa Londra'da ilgi görmesine sebep olacak çeşitli İslami konularda bir dizi konferans verdi. Yine Londra'da kaldığı müddet içinde hukuk üzerine okuyan İkbal, savcılık diplomasını aldıktan sonra Almanya'ya giderek Münih Üniversitesi'nde felsefe dalında doktora yaptı. 

1908'de Hindistan'a döndüğünde, yazı ve şiirlerine hayranlık duyanlar tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı.

Muhammed İkbal, ülkesinin siyasetine de katılmış ve halkını bu konularda yönlendirmişti. 

Onun bu konudaki düşüncesi ise, 

Siyaset; ''çalışmak, izzet ve şerefe davet etmektir'' şeklinde idi.

Müslüman Hintli mücahitler adıyla yazdığı şiirleri Hindistan'daki müslümanların hareketlenerek İngiliz sömürüsüne başkaldırmalarında ve Pakistan'ın kuruluşunda büyük tesiri olmuştu. 

Bu yönüyle İkbal M.Akif Ersoy'a da benzetilmiştir.

1932'de uzun süren bir hastalık sonrasında ölümü tebessüm ve rıza ile karşılayan İkbal, 

21 Nisan 1938'de Allahın rahmetine kavuşmuştur. İşte bu sıralarda İkbal ölümle ilgili olan şu sözleri söylemiştir; 

''Ölümü ve acıyı mutluluk ile karşılamak, müminin alametlerindendir.''

İkbal yazı ve şiirlerinde müslümanları derinlemesine İslam'ı öğrenmeye çağırırdı. 

Çünkü ''Müslümanların izzeti ve hürriyeti, 

İslam'ın asıl kaynağı olan Kuran ve Sünnet'tedir'' diyordu.

Ona göre fert kendisini iyi yetiştirirse cemaattaki görevini daha iyi yapacaktır. 

Eğer hata yaparsa iyi yetişmiş cemaat onu ikaz edip düzeltecektir. Bu konuda bir şiirinde şöyle diyor:

''Eğer fert bir cemaata mensup olsa tıpkı bir damla iken nehir olur.

Artık onun ruhu, bedeni, açığı ve gizlisi, her şeyi bağlı bulunduğu toplumuna ait olur.''

İkbal cihad ve çalışmada hayat; 

tembellik ve uyuşuklukta da ölüm olduğunu söylerdi. 

Yine ona göre insanın kendisine güvenmesi ve devamlı olarak nefsini zorluklara karşı kuvvetli olabilecek şekilde hazırlaması kişiye mutluluk vermektedir. 

Kişinin kendisine güvenmesi konusunda şöyle diyordu:

''Başkalarının nimetlerinden kendi rızkını arama. İsterse güneşin kaynağından gelmiş olsun. 

Hiç kimseden su bile isteme. 

Allah'a güven ve çalış. 

Bu şerefli İslam ümmetinin yüzünü utandırma. 

Bir gün Hz. Ömer at üstünde giderken elinden kamçısı düştü. 

O, etrafındakilerden hiç birinden kamçısını vermelerini istemeyip, bizzat atından inerek kendisi almıştı.''

Pakistan'ın manevi mimarı Muhammed İkbal, 

birgün Medine'den dönen hacıları ziyaret ederek, onlara bir müslüman gönlünü sergileyecek şu suali sorar;

''Medine-i Münevvere'yi ziyaret ettiniz! 

Uhrevi Medine çarşısından gönlünüzü ne gibi hediyelerle doldurdunuz... 

Getirdiğiniz maddi hediyeler, takkeler, tesbihler, seccadeler bir müddet sonra eskiyecek, 

solacak ve bitecek. 

Solmayan, gönüllere hayat veren Medine'nin ruhani hediyelerini getirdiniz mi''...

İslam dünyasının içinde bulunduğu durum, 

diğer Hintli müslüman aydınlar gibi İkbal'i de İslam milletlerinin bir rönesans gerçekleştirmesi gerektiği fikrine yöneltti. 

1922'de İngiliz yönetimi tarafından kendisine ''sir'' unvanı verilmişse de bu unvanı kullanmadı. 

1926-1929 yılları arasında Pencap Yasama Konseyi üyeliğinde bulundu. 

1928-1929'da Madras, Haydarabad ve Aligarh üniversitelerinde İslam düşüncesinin yeniden kurulması üzerine konferanslar verdi. 

1930'da Allahabad'da gerçekleştirilen Hindistan Müslümanları Birliği'nin yıllık toplantısına başkanlık etti. 

Bağımsız Pakistan Devleti'nin kuruluşu yönünde ilk ciddi adım, İkbal'in bu toplantının açılış konuşmasında ortaya koyduğu düşüncelerle atıldı. 1931 yılında yapılan II. Milletlerarası İslam Konferansı'nda Dünya İslam Kongresi'nin başkan yardımcılığına getirildi.

İkbal, 1934'te gırtlak kanserine yakalandı ve sesini kaybetti, daha sonra gözleri de iyice zayıfladı, 

maddi problemler yaşamaya başladı. 

Buna rağmen gerek halkının gerekse İslam aleminin meseleleri ve geleceğiyle ilgisini devam ettirdi.