Sultan 4. Mehmed, Limni sürgünü sonrası İstanbul'a dönen Karbaş Veli hazretlerinin vaazlarına yine devam eder.
Sık sık Atik Valide Camii'ne selamlık yapmaya başlar. Anlatıldığına göre padişah vaaz esnasında hislenerek ağlar ve şöyle dermiş;
''Bu Şeyh efendinin vaazı bana öyle tesir ediyor ki, İbrahim Edhem gibi tacı tahtı terk ile dağlara düşeceğim geliyor.''
Bu dönüştürücü ve ıslah edici tesir,
Selçuklu devleti sahasında başlamıştır.
Alparslan'ın veziri Nizamülk'ün tasavvuf erbabına büyük kıymet verip desteklemesi,
ayrıca kurduğu Nizamiye medreselerinin alimlerin ve tasavvuf erbabının merkezi haline gelmesi,
Selçuklu sahasında Ehl-i sünnet anlayışını pekiştirmiştir.
Tasavvuf erbabı, tarih boyunca Peygamber efendimizin sünnetine dayalı anlayış ve uygulama üzerine kurulu hayatın temsilcisi olmuştur.
Nitekim Selçuklu Sultanı Sencer,
Yusuf Hemedani hazretlerine bir mektup yazarak ''Ashab-ı Kiram'ın yollarından ayrılmayan büyük şeyhin hayat tarzını bildirmelerini ve kendilerine bir Fatiha niyaz etmelerini'' dilemiş ve elli bin altın göndermiştir.
Düşman karşısında zora düşüldüğünde bağlıları ile en ön safta savaşa katılıyorlardı.
Arap Yarımadası, İran, Maveraünnehr ve Orta Asya'daki bu durum Anadolu için de geçerlidir. Anadolu bu gönül erlerinin gayretleriyle fetholunmuştur.
17. yüzyılda yaşamış olan Karabaş Veli, işte bu kıymetli şahsiyetlerden biridir.
Arapkir'den Kastamonu'ya:
Karabaş Veli hazretleri, 1611 yılında Arapkir'de doğmuştur.
Asıl adı, Alaeddin Ali'dir.
Boyunun uzun olması dolayısıyla ''Ali Atvel'',
Uzun Ali, Halveti tacı olan kara sarık bağladığı için ''Karabaş'' ve manen makam sahibi olduğu için de ''Veli'' denilmiştir.
İsminden çok ''Ali el-Atvel'' yahut ''Karabaş Veli'' olarak bilinmiştir.
İlk tahsilini Arapkir'de yapmıştır.
Daha sonra İstanbul'a gelerek Fatih medreselerinden birinde ilim öğrenmiştir.
Daha sonra tasavvufa ilgi duyarak Kastamonu'ya gitmiş ve Şaban-ı Veli hazretleri dergahında post-nişin olan İsmail Çorumi hazretlerine intisap etmiştir.
Şeyhinin 1662 yılında vefat etmesi üzerine yıllarca Arap topraklarında dolaşır ve 1670 yılında tekrar İstanbul'a gelip Üsküdar'da Rumi Mehmet Paşa Camii'nde inzivaya çekilir.
Dört yıl süren bu dönemin ardından Atik Valide Sultan Camii'nin bitişiğindeki dergaha tayin edilir ve kendisine yapılan vaizlik teklifini de kabul buyurur.
Burada beş yıl irşad ile meşgul olur ve şöhreti yayılır. Zamanın padişahı Sultan 4. Mehmed dahi vaazlarını dinlemeye gelmektedir.
Çekemeyen bazı kimseler onun hakkında ileri geri konuşarak söylemediği bir sözü ona atfederler.
Bunun üzerine Karabaş Veli, aynı yıllarda başka tasavvuf büyüklerinin de sürgün edildiği Limni adasına gönderilir.
Orada dört yıllık mecburi ikametten sonra tekrar İstanbul'a döner.
Karabaş Veli hazretleri cuma günleri Atik Valide Sultan Camii'nde vaazlarına devam eder.
''Sefine-i Evliya'' yazarı Hüseyin Vassaf'ın aktardığına göre, halk cuma günleri koşarak camiye gelir ve camiyi doldururlarmış.
Hatta yer bulabilmek için kuşluk vaktinde gelirlerse yer bulabilirler, namaza bir saat kala hiç yer kalmazmış.
Karabaş Veli hazretlerinin vaazları halk üzerine büyük tesir uyandırır ve herkes ağlarmış.
Sultan 4. Mehmed, Limni sürgünü sonrası İstanbul'a dönen Karbaş Veli'nin vaazlarına yine devam eder. Sık sık Atik Valide Camii'ne selamlık yapmaya başlar. Anlatıldığına göre padişah vaaz esnasında hislenerek ağlar ve şöyle dermiş;
''Bu Şeyh efendinin vaazı bana öyle tesir ediyor ki, İbrahim Edhem gibi tacı tahtı terk ile dağlara düşeceğim geliyor.''
Cuma günleri olunca, padişaha ''Selamlık nereye'' diye sorulduğunda; ''Üsküdar'da Valide-i Atik Camii şerifine…'' derlermiş.
Bu arzunun sürekli tekrar etmesi, Sadrazam Kara Mustafa Paşa'nın dikkatini çeker ve padişahın dünya işlerinden el etek çekeceği korkusuna düşer.
Karabaş Veli hazretlerini İstanbul'dan uzaklaştırma çaresini düşünür ve bulur.
Padişahın haberi olmadan Karabaş Veli hazretlerine; ''Padişahımız sizi Hicaz'a gönderme arzusundalar, yol masrafını gönderdiler'' diye teklifte bulunur. Gerçeği anlayan Karabaş Veli;
''A canım, bizden bu kadar niye korktunuz.
Biz padişaha tacı tahtı terk ettirmeden marifet sırlarını telkin edebilirdik'' der ve sonrasında Hicaz'a gitmek üzere yola koyulur.
Hac sonrası Medine-i Münevvere'ye gelir ve burada Mustafa Efendi'ye halifelik verir.
Bu zat Edirne'de medfundur.
Daha sonra Mısır kafilesiyle yola koyulurlar.
Mısır'a üç konak mesafede kırk bin hacının dinlenmek için çadır kurduğu bir yerde,
hava gayet açık olduğu halde bir sel geleceğini keşfedip durumu hacılara bildirir.
Hacılar derhal oradan ayrılırlar ve hemen şiddetli bir yağmur başlar ve oraları sel basar.
Birkaç gün sonra Karabaş Veli hastalanır ve Nahil kalesi civarında, 3 Ocak 1686 günü vefat eder.
Kale civarında Gaylan köyü hurmalığına komşu Şeyh el-Gazali denilen bir zatın kabri yanına defnolunur.