Hep derler, eskiden ahde vefa vardı.

Çünkü; ''Eski zamanlarda fen ve felsefenin cerbeze oyunları bu kadar yoktu, insanların çoğu avam olmasına rağmen kimi ailesinden kimi çevresinden aldığı İslami ve insani terbiyeyi sosyal ve içtimai hayatında da tatbik eder, anne baba, kardeş yakın akraba ve dostlarla ilgi alaka devam ederdi, 

halk arasında yapılan iyilikler kesinlikle karşılıksız bırakılmazdı. 

Dolayısıyla vefa; ''Sevgi saygı, hal hatır sorma, yardımlaşma ve dayanışmanın esası ve güvenin tesisidir.''

Vefa; her insanda özellikle Müslümanda bulunması gereken bir özellik olmalı, ne yazık ki herkes bu güzel meziyeti taşıyamıyor, dolayısıyla şahsi menfaat öne geçince içtimai ve sosyal hayatın temel prensipleri de bozuluyor, neticede ''ahde vefa'' yani sözünde durma güveni ve itimadı kalkıyor,

Vefa, gerek Allah'ın yanında gerekse içtimai hayatta insanın itibarını ve şerefini artırır. 

Vefa; insana şeref veren, baş üstünde taşıyan elmas, yakut ve zümrütle bezenmiş bir taçtır. 

Vefa; Allah'ın takdirine ve insanların da sevgisine ulaştıran güzel bir meziyettir.

Kısaca vefa tarifi şöyledir; 

''Hayat-ı beşeriyenin ruhu ahde vefadır. 

Vefasızlar dünya ve ahirette kendilerine dost bulamazlar. 

İhtiyaç ve zaruret hallerinde de kimseden yardım görmezler.'' diyor.

Cenab-ı Allah şöyle buyurur; 

''Allah'a verdiğiniz ahdi tutun.''

Sadakatte ve en güzel ahlakta numune misal olduğu gibi, vefada da en ileri olan Peygamberimiz, sözüne, ahdine ve kefaletine de son derece bağlı ve vefalı idi. Birine söz verdiği zaman mutlaka onu yapardı, daha Peygamberlik gelmeden önce, Abdullah B. Ebi'l-Hamsa ile bir yerde buluşmaya karar veriyorlar.

Abdullah verdiği sözü unutuyor, aradan üç gün geçtikten sonra hatırlıyor ve buluşacağı yere gidiyor. Bakıyor ki Hz. Muhammed (s.a.v) orada bekliyor.

Efendimiz (s.a.v), ''Abdullah nerede kaldın? 

Üç gündür seni burada bekliyorum,'' Buyurur;

İşte Peygamberimizin üç gün boyunca her gün söz verdiği saatte gelip, Abdullah'ı beklemesi, verdiği söz ve ahdi bütün mü'minlere de güzel bir vefa mesajıdır! Peygamberimize vefa ise, sünnet-i seniyesini hayatımızda tatbik etmek, o'nu her şeyimizden daha fazla sevmekle olur.

Bilinmesi gereken önemli bir vefa de anne ve babaya karşı vefadır. 

Onlara itaat ve hürmet etmektir. 

Bir ayette Allah, me'alen şöyle buyurur:

''Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ''öf!'' bile deme; 

onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.''

Sözünde durmak insanın şerefini artıran iyi huyların başında gelir. 

Verdiği sözünde durmamak da çok çirkin bir hareket olup, Müslümanlara yakışmayan en kötü bir davranıştır. 

Peygamber efendimiz hadis-i şeriflerinde; 

''Gadreden, ''ahdini bozan'' kimse, kıyamet günü kötü şekilde cezasını görecektir.'' ve ''Münafıklık alameti üçtür; 

yalan söylemek, vadini yerine getirmemek, emanete hıyanet etmek,'' buyurarak ahde vefanın önemini bildirmiştir.

***

Evet; bugün de bakıyoruz ki, kırk yıllık Türk milliyetçilik davasında yıllardır yanındayız, diyerek meclise giren ve hatta bakan bile olan şahsiyetler, bugün Sayın Dr. Devlet Bahçeli'ye başkaldırmış, 

daha önceki verdikleri sözlerini ahitlerini unutmuşlardır.

Bundan da anlaşılıyor ki, bunlar gerçekten dava arkadaşları değil, menfaat arkadaşları imiş.

Sevmek, sevilmek herkes için geçerli değildir. 

Eğer birini seviyorsam, kırk yıl onun kölesi olurum,

''Sevgin de hoş, kahrın da hoş'' diyerek, 

sabır gerekmez miydi...!

Sayın Dr. Devlet Bahçeli, çekilince, yetmiş milyonun, peşinize düşeceğini mi zannediyorsunuz...?

Allah, ömür verirse göreceğiz.

Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin dediği gibi;

''Hak şerleri hayr eyler

Arif anı seyreyler

Zan etme ki gayreyler

Mevla görelim neyler.

Neylerse güzel eyler''